ŞEHÂDET'İN TARİFİ VE MÂHİYETİ
1852 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. Allah için hakkı ayakta tutan (Hâkimler, insan)lar, adâletle şâhidlik eden (Kimse)ler olun"(165) emri beyan buyurulmuştur. Şehâdet; başkasına âid bir hakkı, kat'i bilgiye dayanarak, kazâ'nın (Yargı'nın) sıhhati için ihbar etmektir. Zannetmek veya tahmin etmek, şehâdet değildir. Zirâ Resûl-i Ekrem (sav): "Eğer güneş gibi gördüysen şehâdet et, aksi takdirde yapma"(166) emrini vermiştir. Fûkaha "Şehâdet, iyice görüp anlama manasına gelen "Müşâhede'den" türemiştir"(167) diyerek, bu inceliğe dikkati çekmiştir. Şehâdet; Kur'ân, sünnet ve icma ile sâbit olan, kazâ (mahkeme) işlerinde delil kabul edilen bir ameldir. Resûl-i Ekrem (sav)'in kendisine bir dava intikâl edince, şâhid getirmelerini talep ettiği bilinmektedir.(168) Kadı (hâkim) hükmü; şâhidlerin beyânına ve diğer delillere göre vermek mecburiyetindedir. Hanefi fûkahası: "Bir kimsenin, bir şahısda bulunan hakkını almak için, belirli lâfızla, hâkimin huzurunda ve hasmın muvâcehesinde vâki olan doğru ihbara şehâdet denir"(169) tarifini esas almıştır. Böyle bir ihbarda bulunan kimseye "Şâhid" denir. Lehine şehâdet edilen kimseye "Meşhûdün leh", aleyhine şehâdet edilen şahsa " Meşhudün Aleyh" ve şehâdet edilen hususade "Meşhudün bih" denilir.(170)
1853 Resûl-i Ekrem (sav)'in "Şâhidlere ikramda bulununuz ve hürmet ediniz. Çünkü Allahû Teâla (cc) onlar vâsıtasıyla hakları korur"(171) buyurduğu bilinmektedir. Şehâdet'in rüknü: Bir kimsenin kadı huzurunda (Yemin etmeksizin) "Şehâdet ederim" demesidir. Tebyin'de de böyledir.(172)
1854 Şehâdetin edâsının sebebi nedir? sualine cevap arıyalım. Kur'ân-ı Kerîm'de: Şâhidler çağırıldıklarında (Şâhidlik etmekten) kaçınmasınlar"(173) emri verilmiştir. Bilindiği gibi hakkı ayakta tutmak farzdır. Eğer âdil şâhidler olmazsa; insanların haklarını muhafaza etmek mümkün olmaz. Hak iddiasında bulunan davacı; bu hakkını şâhidle isbat etmekle yükümlüdür. Gerçekten iddiasında samimi olduğunu yakinen bilen bir mü'minin ona yardımcı olmaması, kardeşlik hukukuyla bağdaşmaz!.. Eğer iddiasında samimi değilse; davalı durumunda olan kimsenin, zulme uğrama ihtimali sözkonusudur. Böyle bir durumda bulunan müslümana da yardım etmek vâciptir. Şehadet'in Hükmü; tezkiyeden (yani âdil olduğu anlaşıldıktan sonra, kadı'nın) şehâdetin mahiyetine göre hüküm vermesidir. Bu kadı üzerine vâciptir.(174) Kıyasa göre; şehâdetin kadıyı ilzam eden kat'i delil olmaması gerekir. Çünkü haber hükmündedir. Bilindiği gibi haber'in doğru olması mümkün olduğu gibi, yalan olması da ihtimal dahilindedir. Fakat nass'lar ve icma esas alınarak, kıyas terkedilmiştir.(175) Dolayısıyla İslâm fıkhında; şâhidlerin sayısı ve vasıfları üzerinde hassasiyetle durulmuştur.
1855 Ukûbat bölümünde; Hadd-i Zinâ'nın uygulanabilmesi için âdil dört şâhidin bulunması gerektiğini izah etmiştik!..(176) Diğer hadd cezalarında; âdil iki erkek şâhid'in beyanı geçerlidir.
1856 Doğum, bekâret ve kadınların kusurlarıyle ilgili hususlarda, şâhidlik hakkı kadınlara aittir. Resûl-i Ekrem (sav): "Kadınların şâhidliği; erkeklerin bakmaya muktedir olamayacakları (onlara haram kılınan) hususlarda câizdir"(177) buyurmuştur. Bu durumda iki kadının şâhidlik yapması ihtiyata daha uygundur.(178) İmam-ı Şafii (rha) kadınlardan dört şâhidin bulunması gerektiğine hükmetmiştir.(179) Hanefi fûkahası, "En Nisâi" kelimesinin cins belirttiğini; dolayısıyla bir tek kadının, kadınlarla ilgili hususlardaki şâhidliğinin câiz olacağını esas almıştır. İki kadının şâhidliği; kıyas yoluyla, ihtiyata daha uygundur.
1857 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şâhidlerin en hayırlısı; kendisinden şâhidlik etmesi istenmediği halde, şehâdet eden kimsedir"(180) buyurduğu bilinmektedir. Esasen; mü'minlerin haklarını koruma hususunda, titiz olmak vaciptir. Hanefi fûkahası; "Kul hukuku" ile ilgili meselelerde; şâhidliğin, farz olduğu hususunda ittifak etmiştir. Davacı; kazâ makamı (Kadı) huzurunda şâhid olarak gösterirse, hakkı bilen kimsenin şâhidlikten kaçınması haram olur.(181)
1858 Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak tatbik edilen Hadd cezalarında ise durum farklıdır. Mükellef; şâhidlik edip-etmeme hususunda muhayyerdir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in; şâhidlik eden bir sahabe'ye: "Şayed onun günahını örtseydin, senin için daha hayırlı olurdu"(182) diyerek, had cezalarında muhayyerliğin bulunduğu belirtilmiştir. Yine diğer bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur: "Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allahû Teâla (cc)'da kıyâmet gününde onun ayıbını örter."(183) Fakat hırsızlık vâkıasına şâhid olan kimsenin; mal emniyeti açısından "aldı" demesi vâcip olur. Ancak "çaldı" demez!.. Çünkü hırsızlık yaptığı zahir olursa "Hadd-i Sirkat" (El kesme cezası) uygulanır. malın tazmini gerekmez. Halbuki mal sahibinin hakkının ihyası "aldı" demesiyle gerçekleşir.(184)
1859 Kaza makamına tâyin için gerekli bütün şartlar; şâhidlik yapmak için de geçerlidir. Ukûbat bahsinde bu hususu izah etmiştik.(185) Şâhidlikte en önemli husus "Adâlet" konusudur. Çünkü faasıkın şehâdeti caiz olmaz. Feteva-ı Hindiyye'de: "Şehâdette adeletin izahı konusunda söylenen sözlerin en güzeli İmam-ı Ebû Yusuf (rah)'a âiddir. Demiştir ki: "-Şâhidlerin âdil olmasından murad; büyük günahları işlememesi (Kebire'den ictinab), küçük günahlarda da ısrar etmemesidir. (Sağire'de gayr-i Mıssır) adil şâhid; iyi hali meşhur olan kimsedir. İsabetli hükmü, hatasından; iyilikleri, kölütüklerinden fazla olan kimse âdildir. Nihaye'de de böyledir. Büyük günahların (Kebair'in) tasnifi ve mahiyeti hususunda ihtilaf edilmiştir. Bunların içinde en sahih olan izah Şeyhû'l-imam Şemsü'l-eimme Hulvani'nin izahıdır. Hulvâni'ye göre; "Allahû Teâla (cc)'nın kat'i nasslarla haram kıldığı ve müslümanlar indinde şen'i (çirkin, kötü) görülen hususlar büyük günahlardır. Kezâ mürüvveti ve keremi terketmek de büyük günahlardandır. Ayrıca günah işlenmesine ve fısk-ü fücûra yardımcı olmak ve insanları teşvik etmek de büyük günahlardandır. Bunların dışında kalan günahlar ise; küçük günahlar (Sağire) hükmündedir. Muhıyt'de de böyledir"(186) hükmü kayıtlıdır.
1860 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer yasak ettiğimiz büyük (Günâhlardan) kaçınırsanız, sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz"(187) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Âyet-i Kerîme'de büyük günahlar (Kebair), kabahatler ise (Seyyie) olarak anılmıştır.(188) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yedi şeyden sakınınız. Bunlar: Allah'a ortak koşmak, haksız yere Allahû Teâla (cc)'nın haram kıldığı cana kıymak, sihir (büyü) yapmak, tefecilikle meşgul olmak, fâiz yemek, yetimin malına el koymak, düşmanla yüz-yüze gelindiğinde kaçmak, iffetli mü'min kadınlara iftira etmek"(189) buyurduğu bilinmektedir. Hz. Ali (ra)'den gelen bir rivâyette bunlara hırsızlık ve zinâ etmek de ilâve edilmiştir.(190) Müctehid imamlardan bazıları: "Allahû Teâla (cc)'nın cezâ tâyin ettiği ve açık olarak azabıyla tehdit ettiği her çeşit günah büyüktür" hükmünü zikretmişlerdir. Kadı'lar; şâhidlerin vasıflarını tesbit etmek için ya bizzat kendileri araştırma yapar veya bu işle ilgilenecek bir yardımcı tâyin ederler. Bu yardımcılara "Müzekki" veya "Sâhibû'l Mesâil" denir. Önceleri tezkiye işlemi âşikar olarak yapılıyordu. İlk defa Kufe Kadısı Şureyh (rha) gizli tezkiye usûlünü kabul etmiştir.(191) İslâmi ıstılâhta gizli tezkiyeye "Mestûre" adı verilmiştir.(192) Müzekki'lerin; kimlerin şâhidliklerinin kabul edilip-edilmeyeceğini, gayet iyi bilmeleri gerekir. Şâhidlerin Adâleti hususunda; müzekki'lerin vermiş olduğu hüküm geçerlidir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) ve İmam-ı Yusuf (rha) bu hususta müttefiktir. İmam-ı Muhammed, şâhidlerin adeti dikkate alınır. Şâhidlerin sayısı kadar müzekki; tezkiye vermişse ve ittifak hasıl olmuşsa, verdikleri hüküm ilzam edicidir"(193) hükmünü zikretmiştir. Esasen Müzekki; kazâ makamı tarafından tâyin olunan ve bizzat onun adına hareket eden bir yardımcıdır. Yaptığı hizmet karşılığı; "Beytü'l-mal'den", maaş almak durumundadır.
1861 Taraflardan biri müslüman ise; şâhidlerin mutlaka müslüman olması gerekir. Çünkü kâfirlerin, müslümanlarla ilgili şâhidlikleri kabul edilmez.(194) Zimmet ehli'nin; milletleri muhalif olsa da, birbiri üzerine yaptıkları şâhidlikleri muteberdir.(195) İbn-i Hümam, "Yalanın bütün dinlerde haram kılındığını" beyan etmektedir.(196) Dolayısıyla "Yalancı Şâhidliğin" haram olduğu hususunda icma hasıl olmuştur. Molla Hüsrev: "Bilmiş ol ki yalan yere şâhidlik eden kimsenin (Şehâdetiyle hüküm verilsin veya verilmesin) cezalandırılması gerekir. Yalancı şâhid'in ta'zir olunacağı hususunda icmâ vardır. Çünkü o kimse, müslümanlara zararı dokunan büyük bir günah işlemiştir. Yalancı şâhidlik hususunda belli bir sınır yoktur. Binaenaleyh o kimse "Bir daha yapmasın" diye cezalandırılır. Ancak Fûkaha ta'zir'in (cezâ'nın) nasıl olacağı hususunda ihtilâf etmiştir. İmam Ebû Hanife (rha) demiştir ki: "-O'nun ta'ziri (cezalandırılması) ancak teşhir edilmesidir." İmameyn'in kavline göre: "-Yalancı şâhidlik yapan kimse dövülür ve hapsedilir." İmam-ı Şafi (rha)'nin ictihadı da budur. Çünkü Hz. Ömer (ra)'in yalancı şâhidlik yapan kimseyi kırbaçladığı ve yüzüne çömlek karası sürdüğü rivâyet edilmiştir. İmam-ı Azam (rha)'ın delili ise şudur: Kadı Şureyh (rha) yalancı şâhidi teşhir eder, fakat dövmezmiş, eğer yalancı şâhid ticâret ehli ise; pazar yerinde değilse, ikindi namazından sonra insanların toplu olduğu yere gönderir ve: "-Biz bu adamı yalancı şâhid olarak bulduk, siz de bundan sakının" diye nidâ ettirirmiş. Kadı Şureyh Sahabe zamanında Kadı'lık yapmıştır. Sahâbe-i Kiram'dan hiç birisi, bu cezâlandırmaya itiraz etmemiştir. Dolayısıyle Sahabe-i Kiram'ın görüp, itiraz etmemesi icma hükmündedir"(197) buyurmuştur. Muhakkak ki bu; Şer'i şerifle hükmeden, bir kaza makamı huzurunda yapılırsa, cezalandırılması sözkonusu olur. Bilindiği gibi Kur'ân, Sünnet ve icmâ ve diğer şer'i delillerle hükmetmeyen hiçbir kazâ (Mahkeme), kazâ hükmünde değildir.(198)
1862 Kadı; farklı dilleri konuşan insanların ikâmet ettiği bir beldede görev yapıyorsa, "Tercüman"lar vâsıtasıyla işlerini yürütür. Resûl-i Ekrem (sav)'in Zeyd b. Sabit'e (ra) İbranice öğrenmesini emrettiği ve İbranice konuşanların meselelerinde O'nu (tercüman olarak) değerlendirdiği bilinmektedir. Tercüman'ın; âdil, müslüman ve emin olmasının yanında her iki dile hakkıyla vakıf olmasıda gerekir.(199) İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) ve İmam-ı Yusuf (rha); mahkemede aynı dil hususunda iki tercümanın bulunmasının ihtiyata uygun olduğunu, ancak bir tercümanın da yeterli olacağını esas almıştır. İmam-ı Muhammed (rha) iki tercümanın bulunması şarttır" kanaatindedir. İmam-ı Şafii (rha)'nin de "en az iki tercümanın bulunması gerektiği" hususunda ictihadı mevcuttur.(200) Yaptığı hizmet karşılığı; tercüman "Beytü'lmal"den maaşını alır. Hiç kimse konuştuğu dilin dışında başka bir dille meselelerini anlatmaya zorlanılamaz. Çünkü bu ; fıtrata müdahale hükmündedir. Eğer kendi rızasıyla konuşursa mesele yoktur.
1863 Hanefi fûkahası; "Yemin ile birlikte; tek bir şâhidin (veya yalnızca bir erkek şâhidin) beyanlarının delil olamayacağını, şâhidlerin sayısını beyan eden ayetlerin buna mâni olduğunu" esas almıştır. Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Huzeyme'nin yalnız başına şâhidliğini kabul etmesini, "İlleti kat'i bilinemeyecek" bir uygulama olarak değerlendirmiştir.(201) Şafii ve Hanbeli fûkahası ise; taraflardan birinin yeminiyle birlikte tek bir şâhidin veya yalnızca bir şâhidin beyanlarının delil olabileceğini esas almıştır. Buradaki ihtilâf fıkıh usûlüne dayanır. Şöyle ki; Hanefi fûkahası "Teabbüdi olduğu ve illetlerinin akılla kavranamayacağı sâbit olan konularda kıyasın geçerli olmadığını" esas almıştır. Cezâ ve Hukuk davalarında yapılan tatbikât, kıyasa mânidir. Şâhidlerin nisabı; kat'i olarak ayetle tesbit edilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Huzeyme'nin yalnız başına şehâdeti kabul etmesindeki illet kat'i olarak belli değildir. Çünkü Sahabe-i Kiram'ın hepsi için aynı tatbikatı yapmamıştır. Bu durumda; nas(s.a.v.)âbit olan şâhid adedi bâki kalır. Şafii ve Hanbeli fûkahası; bu tatbikat Hz. Huzeyme gibi güvenilir her sahabe için tatbik edilebilir. Fakat o hadiseye Hz. Huzeyme şâhid olduğu için, bu şekilde sünnet vârid olmuştur. Hülâfa-i Raşidiyn döneminde de, aynı tatbikat sürmüştür. Dolayısıyla güvenilir tek bir kişinin, şehâdeti delil olabilir. Şâhidliklerin kabulü ve reddi ile ilgili ilimler "Müzekki"ler üzerine farz-ı ayn'dır. Şimdi diğer delillere geçelim.
1853 Resûl-i Ekrem (sav)'in "Şâhidlere ikramda bulununuz ve hürmet ediniz. Çünkü Allahû Teâla (cc) onlar vâsıtasıyla hakları korur"(171) buyurduğu bilinmektedir. Şehâdet'in rüknü: Bir kimsenin kadı huzurunda (Yemin etmeksizin) "Şehâdet ederim" demesidir. Tebyin'de de böyledir.(172)
1854 Şehâdetin edâsının sebebi nedir? sualine cevap arıyalım. Kur'ân-ı Kerîm'de: Şâhidler çağırıldıklarında (Şâhidlik etmekten) kaçınmasınlar"(173) emri verilmiştir. Bilindiği gibi hakkı ayakta tutmak farzdır. Eğer âdil şâhidler olmazsa; insanların haklarını muhafaza etmek mümkün olmaz. Hak iddiasında bulunan davacı; bu hakkını şâhidle isbat etmekle yükümlüdür. Gerçekten iddiasında samimi olduğunu yakinen bilen bir mü'minin ona yardımcı olmaması, kardeşlik hukukuyla bağdaşmaz!.. Eğer iddiasında samimi değilse; davalı durumunda olan kimsenin, zulme uğrama ihtimali sözkonusudur. Böyle bir durumda bulunan müslümana da yardım etmek vâciptir. Şehadet'in Hükmü; tezkiyeden (yani âdil olduğu anlaşıldıktan sonra, kadı'nın) şehâdetin mahiyetine göre hüküm vermesidir. Bu kadı üzerine vâciptir.(174) Kıyasa göre; şehâdetin kadıyı ilzam eden kat'i delil olmaması gerekir. Çünkü haber hükmündedir. Bilindiği gibi haber'in doğru olması mümkün olduğu gibi, yalan olması da ihtimal dahilindedir. Fakat nass'lar ve icma esas alınarak, kıyas terkedilmiştir.(175) Dolayısıyla İslâm fıkhında; şâhidlerin sayısı ve vasıfları üzerinde hassasiyetle durulmuştur.
1855 Ukûbat bölümünde; Hadd-i Zinâ'nın uygulanabilmesi için âdil dört şâhidin bulunması gerektiğini izah etmiştik!..(176) Diğer hadd cezalarında; âdil iki erkek şâhid'in beyanı geçerlidir.
1856 Doğum, bekâret ve kadınların kusurlarıyle ilgili hususlarda, şâhidlik hakkı kadınlara aittir. Resûl-i Ekrem (sav): "Kadınların şâhidliği; erkeklerin bakmaya muktedir olamayacakları (onlara haram kılınan) hususlarda câizdir"(177) buyurmuştur. Bu durumda iki kadının şâhidlik yapması ihtiyata daha uygundur.(178) İmam-ı Şafii (rha) kadınlardan dört şâhidin bulunması gerektiğine hükmetmiştir.(179) Hanefi fûkahası, "En Nisâi" kelimesinin cins belirttiğini; dolayısıyla bir tek kadının, kadınlarla ilgili hususlardaki şâhidliğinin câiz olacağını esas almıştır. İki kadının şâhidliği; kıyas yoluyla, ihtiyata daha uygundur.
1857 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şâhidlerin en hayırlısı; kendisinden şâhidlik etmesi istenmediği halde, şehâdet eden kimsedir"(180) buyurduğu bilinmektedir. Esasen; mü'minlerin haklarını koruma hususunda, titiz olmak vaciptir. Hanefi fûkahası; "Kul hukuku" ile ilgili meselelerde; şâhidliğin, farz olduğu hususunda ittifak etmiştir. Davacı; kazâ makamı (Kadı) huzurunda şâhid olarak gösterirse, hakkı bilen kimsenin şâhidlikten kaçınması haram olur.(181)
1858 Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak tatbik edilen Hadd cezalarında ise durum farklıdır. Mükellef; şâhidlik edip-etmeme hususunda muhayyerdir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in; şâhidlik eden bir sahabe'ye: "Şayed onun günahını örtseydin, senin için daha hayırlı olurdu"(182) diyerek, had cezalarında muhayyerliğin bulunduğu belirtilmiştir. Yine diğer bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur: "Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allahû Teâla (cc)'da kıyâmet gününde onun ayıbını örter."(183) Fakat hırsızlık vâkıasına şâhid olan kimsenin; mal emniyeti açısından "aldı" demesi vâcip olur. Ancak "çaldı" demez!.. Çünkü hırsızlık yaptığı zahir olursa "Hadd-i Sirkat" (El kesme cezası) uygulanır. malın tazmini gerekmez. Halbuki mal sahibinin hakkının ihyası "aldı" demesiyle gerçekleşir.(184)
1859 Kaza makamına tâyin için gerekli bütün şartlar; şâhidlik yapmak için de geçerlidir. Ukûbat bahsinde bu hususu izah etmiştik.(185) Şâhidlikte en önemli husus "Adâlet" konusudur. Çünkü faasıkın şehâdeti caiz olmaz. Feteva-ı Hindiyye'de: "Şehâdette adeletin izahı konusunda söylenen sözlerin en güzeli İmam-ı Ebû Yusuf (rah)'a âiddir. Demiştir ki: "-Şâhidlerin âdil olmasından murad; büyük günahları işlememesi (Kebire'den ictinab), küçük günahlarda da ısrar etmemesidir. (Sağire'de gayr-i Mıssır) adil şâhid; iyi hali meşhur olan kimsedir. İsabetli hükmü, hatasından; iyilikleri, kölütüklerinden fazla olan kimse âdildir. Nihaye'de de böyledir. Büyük günahların (Kebair'in) tasnifi ve mahiyeti hususunda ihtilaf edilmiştir. Bunların içinde en sahih olan izah Şeyhû'l-imam Şemsü'l-eimme Hulvani'nin izahıdır. Hulvâni'ye göre; "Allahû Teâla (cc)'nın kat'i nasslarla haram kıldığı ve müslümanlar indinde şen'i (çirkin, kötü) görülen hususlar büyük günahlardır. Kezâ mürüvveti ve keremi terketmek de büyük günahlardandır. Ayrıca günah işlenmesine ve fısk-ü fücûra yardımcı olmak ve insanları teşvik etmek de büyük günahlardandır. Bunların dışında kalan günahlar ise; küçük günahlar (Sağire) hükmündedir. Muhıyt'de de böyledir"(186) hükmü kayıtlıdır.
1860 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer yasak ettiğimiz büyük (Günâhlardan) kaçınırsanız, sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz"(187) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Âyet-i Kerîme'de büyük günahlar (Kebair), kabahatler ise (Seyyie) olarak anılmıştır.(188) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yedi şeyden sakınınız. Bunlar: Allah'a ortak koşmak, haksız yere Allahû Teâla (cc)'nın haram kıldığı cana kıymak, sihir (büyü) yapmak, tefecilikle meşgul olmak, fâiz yemek, yetimin malına el koymak, düşmanla yüz-yüze gelindiğinde kaçmak, iffetli mü'min kadınlara iftira etmek"(189) buyurduğu bilinmektedir. Hz. Ali (ra)'den gelen bir rivâyette bunlara hırsızlık ve zinâ etmek de ilâve edilmiştir.(190) Müctehid imamlardan bazıları: "Allahû Teâla (cc)'nın cezâ tâyin ettiği ve açık olarak azabıyla tehdit ettiği her çeşit günah büyüktür" hükmünü zikretmişlerdir. Kadı'lar; şâhidlerin vasıflarını tesbit etmek için ya bizzat kendileri araştırma yapar veya bu işle ilgilenecek bir yardımcı tâyin ederler. Bu yardımcılara "Müzekki" veya "Sâhibû'l Mesâil" denir. Önceleri tezkiye işlemi âşikar olarak yapılıyordu. İlk defa Kufe Kadısı Şureyh (rha) gizli tezkiye usûlünü kabul etmiştir.(191) İslâmi ıstılâhta gizli tezkiyeye "Mestûre" adı verilmiştir.(192) Müzekki'lerin; kimlerin şâhidliklerinin kabul edilip-edilmeyeceğini, gayet iyi bilmeleri gerekir. Şâhidlerin Adâleti hususunda; müzekki'lerin vermiş olduğu hüküm geçerlidir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) ve İmam-ı Yusuf (rha) bu hususta müttefiktir. İmam-ı Muhammed, şâhidlerin adeti dikkate alınır. Şâhidlerin sayısı kadar müzekki; tezkiye vermişse ve ittifak hasıl olmuşsa, verdikleri hüküm ilzam edicidir"(193) hükmünü zikretmiştir. Esasen Müzekki; kazâ makamı tarafından tâyin olunan ve bizzat onun adına hareket eden bir yardımcıdır. Yaptığı hizmet karşılığı; "Beytü'l-mal'den", maaş almak durumundadır.
1861 Taraflardan biri müslüman ise; şâhidlerin mutlaka müslüman olması gerekir. Çünkü kâfirlerin, müslümanlarla ilgili şâhidlikleri kabul edilmez.(194) Zimmet ehli'nin; milletleri muhalif olsa da, birbiri üzerine yaptıkları şâhidlikleri muteberdir.(195) İbn-i Hümam, "Yalanın bütün dinlerde haram kılındığını" beyan etmektedir.(196) Dolayısıyla "Yalancı Şâhidliğin" haram olduğu hususunda icma hasıl olmuştur. Molla Hüsrev: "Bilmiş ol ki yalan yere şâhidlik eden kimsenin (Şehâdetiyle hüküm verilsin veya verilmesin) cezalandırılması gerekir. Yalancı şâhid'in ta'zir olunacağı hususunda icmâ vardır. Çünkü o kimse, müslümanlara zararı dokunan büyük bir günah işlemiştir. Yalancı şâhidlik hususunda belli bir sınır yoktur. Binaenaleyh o kimse "Bir daha yapmasın" diye cezalandırılır. Ancak Fûkaha ta'zir'in (cezâ'nın) nasıl olacağı hususunda ihtilâf etmiştir. İmam Ebû Hanife (rha) demiştir ki: "-O'nun ta'ziri (cezalandırılması) ancak teşhir edilmesidir." İmameyn'in kavline göre: "-Yalancı şâhidlik yapan kimse dövülür ve hapsedilir." İmam-ı Şafi (rha)'nin ictihadı da budur. Çünkü Hz. Ömer (ra)'in yalancı şâhidlik yapan kimseyi kırbaçladığı ve yüzüne çömlek karası sürdüğü rivâyet edilmiştir. İmam-ı Azam (rha)'ın delili ise şudur: Kadı Şureyh (rha) yalancı şâhidi teşhir eder, fakat dövmezmiş, eğer yalancı şâhid ticâret ehli ise; pazar yerinde değilse, ikindi namazından sonra insanların toplu olduğu yere gönderir ve: "-Biz bu adamı yalancı şâhid olarak bulduk, siz de bundan sakının" diye nidâ ettirirmiş. Kadı Şureyh Sahabe zamanında Kadı'lık yapmıştır. Sahâbe-i Kiram'dan hiç birisi, bu cezâlandırmaya itiraz etmemiştir. Dolayısıyle Sahabe-i Kiram'ın görüp, itiraz etmemesi icma hükmündedir"(197) buyurmuştur. Muhakkak ki bu; Şer'i şerifle hükmeden, bir kaza makamı huzurunda yapılırsa, cezalandırılması sözkonusu olur. Bilindiği gibi Kur'ân, Sünnet ve icmâ ve diğer şer'i delillerle hükmetmeyen hiçbir kazâ (Mahkeme), kazâ hükmünde değildir.(198)
1862 Kadı; farklı dilleri konuşan insanların ikâmet ettiği bir beldede görev yapıyorsa, "Tercüman"lar vâsıtasıyla işlerini yürütür. Resûl-i Ekrem (sav)'in Zeyd b. Sabit'e (ra) İbranice öğrenmesini emrettiği ve İbranice konuşanların meselelerinde O'nu (tercüman olarak) değerlendirdiği bilinmektedir. Tercüman'ın; âdil, müslüman ve emin olmasının yanında her iki dile hakkıyla vakıf olmasıda gerekir.(199) İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) ve İmam-ı Yusuf (rha); mahkemede aynı dil hususunda iki tercümanın bulunmasının ihtiyata uygun olduğunu, ancak bir tercümanın da yeterli olacağını esas almıştır. İmam-ı Muhammed (rha) iki tercümanın bulunması şarttır" kanaatindedir. İmam-ı Şafii (rha)'nin de "en az iki tercümanın bulunması gerektiği" hususunda ictihadı mevcuttur.(200) Yaptığı hizmet karşılığı; tercüman "Beytü'lmal"den maaşını alır. Hiç kimse konuştuğu dilin dışında başka bir dille meselelerini anlatmaya zorlanılamaz. Çünkü bu ; fıtrata müdahale hükmündedir. Eğer kendi rızasıyla konuşursa mesele yoktur.
1863 Hanefi fûkahası; "Yemin ile birlikte; tek bir şâhidin (veya yalnızca bir erkek şâhidin) beyanlarının delil olamayacağını, şâhidlerin sayısını beyan eden ayetlerin buna mâni olduğunu" esas almıştır. Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Huzeyme'nin yalnız başına şâhidliğini kabul etmesini, "İlleti kat'i bilinemeyecek" bir uygulama olarak değerlendirmiştir.(201) Şafii ve Hanbeli fûkahası ise; taraflardan birinin yeminiyle birlikte tek bir şâhidin veya yalnızca bir şâhidin beyanlarının delil olabileceğini esas almıştır. Buradaki ihtilâf fıkıh usûlüne dayanır. Şöyle ki; Hanefi fûkahası "Teabbüdi olduğu ve illetlerinin akılla kavranamayacağı sâbit olan konularda kıyasın geçerli olmadığını" esas almıştır. Cezâ ve Hukuk davalarında yapılan tatbikât, kıyasa mânidir. Şâhidlerin nisabı; kat'i olarak ayetle tesbit edilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Huzeyme'nin yalnız başına şehâdeti kabul etmesindeki illet kat'i olarak belli değildir. Çünkü Sahabe-i Kiram'ın hepsi için aynı tatbikatı yapmamıştır. Bu durumda; nas(s.a.v.)âbit olan şâhid adedi bâki kalır. Şafii ve Hanbeli fûkahası; bu tatbikat Hz. Huzeyme gibi güvenilir her sahabe için tatbik edilebilir. Fakat o hadiseye Hz. Huzeyme şâhid olduğu için, bu şekilde sünnet vârid olmuştur. Hülâfa-i Raşidiyn döneminde de, aynı tatbikat sürmüştür. Dolayısıyla güvenilir tek bir kişinin, şehâdeti delil olabilir. Şâhidliklerin kabulü ve reddi ile ilgili ilimler "Müzekki"ler üzerine farz-ı ayn'dır. Şimdi diğer delillere geçelim.
Konular
- Zaman Anlayışımız ve Ramazan
- Biraz Açlık, Daha Çok Takva: Oruç
- Efendimiz (s.a.v.)'in hicreti
- Mahremiyet ve Tesettür
- Kul Hakkı Kimin Hakkı?
- Din, nasihat üzere kaimdir
- İnsan Olmaya Doğru
- Hayat âhiret hayatıdır
- Günahlardan arınma mevsimi: Üç aylar
- Mübarek Üç Aylar'ı Nasıl Değerlendirmeliyiz?
- Günahlardan arınma mevsimi: Üç aylar (2)
- Üç aylar ve faziletleri
- Günahlardan arınma mevsimi: Üç aylar (3)
- Mübarek Üç Ayların Fazileti
- Günahlardan arınma mevsimi: Üç aylar (4)
- Berat gecesinde yapılan ibadetin fazileti büyüktür
- Camide “Tevrat dersi vereceğim” diyen imam
- Ramazan ayına adım adım yaklaşıyoruz
- Günahlardan arınma mevsimi: Üç aylar (5)
- Mümin, iyi ve değerli kabul ettiği şeyleri infak etmeli!
- ‘İnsanları cehenneme sürükleyen yalnızca dilleridir’
- Helal çizgisinde hayat
- Kazançta helal duyarlılığına sahip olabilmek
- KUR'ÂN: EN MUHTEŞEM, EN MÜKEMMEL KİTAP
- BATI, MEDENİYETİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ
- ABD hapishanelerinde 93 kişinin hidayetine vesile oldu
- gitanes brunes filter cheap cigarettes online, buy one pack cigarettes online qq
- nat sherman naturals original discount cigarettes online, buy additive free cigarettes online nx
- 20 yıllık papaz Müslüman oldu ülke karıştı
- Kur'an'ı Bulgarca'ya çevirirken Müslüman oldu