ibadet

Kazançta helal duyarlılığına sahip olabilmek

Hayatın bütün alanlarını ibadet kapsamına alan İslam; helal yollardan kazanç sağlama çabasını ve bu amaçla yapılan iş ve ticareti de ibadet olarak değerlendirmiştir. (Bk. Muhlis Akar, İş ve Ticaret Ahlakı, Diyanet Yay.) Kur’an-ı Kerim’de meşru ölçüler içerisinde yapılacak her türlü alışveriş ve ticaretin helal olduğu (Bakara, 275.) bildirilmiştir. Sevgili Peygamberimiz de, “Doğru sözlü ve güvenilir tüccar, (ahirette) peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizi, Büyû; 4; İbn Mâce; Ticârât, 1; Dârimî, Buyû: 8.) buyurarak; müminleri iş ve ticaret hayatlarında dürüst davranmaya ve dolayısıyla helal kazanç duyarlılığına sahip olmaya teşvik etmiştir.

Helal kazanç duyarlılığının azalması ise kişinin inancının ve dindarlığının zayıflaması anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.): "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o devirde kişi ele geçirdiği malı helalden mı, yoksa haramdan mı kazandığına hiç aldırmayacak." (Buharî, Buy’ü, 7; Nesai, Buyü, 2) buyurarak bu konuda ümmetini uyarmışlardır. Bu nedenle İslam büyükleri kişinin servetinin kaynağını araştırmamasını ve devamlı olarak Allah’ın murakabesi altında bulunduğunun bilincinde olmamasını iman zayıflığı olarak açıklamışlardır.

Ramazan ayına adım adım yaklaşıyoruz

Yüce ALLAH'ın lütfu ile sağlık ve esenlik içinde, Müslümanlar olarak arınma ve yenilenme bilincimizin tazelendiği, ferdi hayatta dindarlığın, sosyal hayatta huzur, dayanışma, kaynaşma ve paylaşmanın yoğunlaştığı, maddi ve manevi sayısız güzelliklerin yaşandığı, manevi derecesi çok yüksek ve kazancı pek büyük olan af, mağrifet ve bereket mevsimi, oruç ibadeti ile iradelerin merhametle eğitildiği ve özgürleştiği, Kur'an-ı Kerim'in evrensel mesajını anlamak ve içselleştirmek için daha çok okunduğu müstesna bir zaman dilimi yeni bir Ramazan ayına yaklaşmış bulunuyoruz, elhamdulillah... Hepimize mübarek olsun!

Maddi ve manevi sayısız güzelliklerin yaşandığı ve yapılan amellerin mükafatlarının sınırsız olarak verildiği Ramazan ayına tekrar yaklaşmanın sevincini yaşıyoruz. Kendi ailemizin nafakası ile birlikte ihtiyaç içerisinde bulunan insanların yokluklarıyla da ilgilenmenin verdiği hazzı tadıyoruz. Rahmet ve merhamet ayı olan Ramazan'da hem gönül soframızı, hem ocağımızı insanlara açmak suretiyle paylaşmanın ve yoklukta var olmanın mutluluğunu taşıyoruz.

Biraz Açlık, Daha Çok Takva: Oruç

İslam'ın emrettiği bütün ibadetlerin sebep ve gayesi “takva”yı kazanmaktır. Oruç da bunlardan biridir. Oruç kavramından “takva” unsuru çıkarıldığında, elde kalan yalnızca bir aylık açlıktır. Geleneksel bir davranış olarak, ya da bir takım kişisel gerekçelerle katlanılan bir açlık.

Orucun farz kılınışını bildiren ayet şöyledir:“Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmet)lere farz kılındığı gibi oruç, -korunasınız/takvayı elde edersiniz diye- size de farz kılındı.” (Bakara/183) Ayetin “takvayı elde edesiniz diye” şeklinde biten son kısmı, orucun gayesini bildirmektedir.

Takva, Allah'a ve O'nun buyruklarına karşı kalpteki derin hassasiyettir.

Takva sahibi olmak, Kur'an'ın hidayetinden faydalanabilmenin de şartıdır. Allah, Bakara Suresi ikinci ayette, “içinde hiç bir şüphenin bulunmadığı bu kitap, takva sahiplerini hidayete ulaştırır” buyuruyor. Anlaşılıyor ki İlahi Kitabın hidayet nurlarından faydalanmak isteyen herkes, takvayı elde etmek zorundadır. O hassasiyeti kalbinde hissedebilmenin yoluna girmekle mükelleftir.

Zaman Anlayışımız ve Ramazan

Ramazan kendi başına mübarek ve değerli bir aydır, oruç da kendi başına önemli bir ibadettir. Bu iki müstesna kudsiyet bir araya geldiğinde ortaya çıkan “Ramazan orucu” olgusu, müminler için hem emsalsiz bir lütuf, hem de emsalsiz bir fırsat olarak anlam kazanmaktadır.

Her milletin ve kültürün kendine göre değerli ve anlamlı zaman dilimleri vardır. Bağımsızlığına kavuşmak, tarihî bir zafer kazanmak yahut bir felaketten kurtulmak gibi o milletin tarihinde dönüm noktası niteliğindeki olayların cereyan ettiği günleri sembolize ettiği için anlamlıdır, önemlidir onlar.

Ancak her milletin kendisi için son derece önemli olsa da, bu zaman dilimleri başka milletler ve kültürler için ayrıcalıklı bir anlam ifade etmeyebilir. Din’in “mübarek” dediği zaman dilimleri ise böyle değildir. Onların milletler ve kültürler üstü bir anlamı ve kuşatıcılığı vardır. İdrakiyle müşerref olduğumuz Ramazan ayı da Yüce Dinimizin “mübarek” olduğunu bildirdiği bu müstesna zaman dilimlerindendir.

Rahmet Mevsimi Ramazan

Ramazan ayı ganimet ayıdır. Bu ayda ibadetlerine ağırlık veren, günahlardan kaçınan, gayretine gayret katan müminlere ilâhi ihsanların ardı arkası kesilmez.

Ramazan ayı ilâhi rahmetin mahlukatı kuşatıp kucakladığı, feyz ve muhabbet ırmaklarının çağlayıp gönül pınarlarına dolduğu, kulluk şuurunun yeniden alevlendiği büyük ve bereketli bir aydır.

Bu mübarek ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ateşten kurtuluştur. Kur’an bu ayda indirilmiş, oruç bu aya özel olarak farz kılınmıştır. Bin aydan daha hayırlı olduğu ifade edilen Kadir Gecesi onun tılsımlı gecelerinde gizlenmiştir.

Bu ay içerisinde yapılacak her ibadete fazlasıyla mükafat verilir. Sevgili Peygamberimiz s.a.v., bu ayda bir nafile ibadet ile Allah’a yaklaşanın, Ramazan dışında bir farzı yerine getirmiş gibi olacağını, bir farzı yerine getireninse, bu ayın dışındaki yetmiş farzı yerine getirmiş gibi olacağını bildirmektedir. (İbn Huzeyme;Beyhakî)

Oruçla Kucaklaşmak

Orucun, şekil bakımından dikkat edilmesi gereken pek çok yönü vardır. Bu yüzden, mümin kişi orucu dinin temel rükünlerinden biri olarak kabul edip benimsedikten sonra, geriye sadece bir husus kalır: Orucu Rasulullah s.a.v.’in yaptığı şekilde yerine getirmek için elden gelen çabayı harcamak.

Oruç tutmak, gerek Allah’ın kitabı ve gerekse Hz. Peygamber s.a.v.’in hadisleri ile şartlarını taşıyan herkese farz olan bir ibadettir. Namaz, hac ve zekat gibi uyulması gereken kuralları vardır. Bu nedenle, diğer ibadetler yerine getirilirken istenen şartlara nasıl riayet ediliyorsa, oruçta da aynı hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir.

Mesela namaz kılan bir insan tekbir almak, rükû ve secdeye gitmek zorundadır. Bunlar kişinin kendi tercihine bırakılmış değildir. Her fert namazı Hz. Peygamber s.a.v.’in öğrettiği şekilde, ondan geldiği şekilde kılmak durumundadır. Namazı kendi anlayışına göre yeni bir kalıba sokarak içine bir şeyler katamaz veya içinden bir şey çıkaramaz. Bu nedenle ibadetlerin ruhsal boyutu kadar şekil boyutu da çok önemlidir.

Kefaret Ceza mı Bir Nafile İbadet mi?

Birçok insan kefaret orucu tutmayı nafile bir ibadet olarak anlamakta ve iki ay peş peşe tutulan bu orucu çoşkuyla karşılamaktadır. Gerçekten kefaret orucu böyle midir?

Kefaret orucunun ne olduğuna kaynağına başvurarak cevap bulmak istedik. Bu da bize Saadet Asrı’nı bir nebze soluklama fırsatı verdi. Çünkü Efendimiz s.a.v.’in mübarek sözlerini nakleden o büyük sahabilerden biriyle karşılaştık. Onun naklettiği hadis-i şerifi vermeden önce biraz ondan bahsetmek istedik, bu yüce dinin kaynağı olan o günlerin hatırasına.

Kedicik babası

Meşhu sahabi Ebu Hüreyre r.a.’ın isminin müslüman olmadan önce Abduşşems, müslüman olduktan sonra da Abdurrahman olduğunu bilen pek az insan var. Biz onu hep Ebu Hüreyre olarak tanıdık. Devs kabilesine mensup bir Yemenli.

Orucu nasıl tutmalıyız?

Muhterem Müslümanlar!

Cenab-ı Hak, insanı, zât-ı ilâhisine ibadet etmek için yaratmış ve birtakım kulluk vazifeleriyle mükellef tutmuştur. Bu ibadetler­den bir kısmı, içte başlayıp dışa doğru genişleyen; bir kısmı da mu­hitten merkeze doğru daralan hususiyetler arzetmektedir.

Nefse hakimiyetin en kesin çaresi, en emin yolu oruç tutmaktır. Cenab-ı Hak, okumuş olduğumuz âyet-i kerimede buyuruyor ki:

«Ey iman edenler, sizden evvelki (ümmet) lere yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi). Tâ ki konmasınız» (1).

Gün sayısında, mevsim ve zamanlarda bazı farklar bulunmakla beraber bizden evvelki ümmetlere oruç farz kılınmıştı. Allahü Teâlâ onlara ihsan ettiği bu lütfü bize de ikram etti ve takva mertebesine ersinler diye, hicretin ikinci senesi, ümmet-i Muhammed'e orucu farz kıldı.