DAVALARA NE ZAMAN BAKILMALIDIR?

1846 Resûl-i Ekrem (sav) ve Hülefâ-i Râşidiyn döneminde; davalara bakmak üzere hususi bir gün tayin edilmemiştir. Mesâi saati kavramı da yoktur. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmek bir ibâdet kabul edilmiş; dava konusu ortaya çıkınca derhal (Nerede olursa olsun) duruşma yapılmıştır. İlk defa Emeviler döneminde; kazâ işleri için belirli günler tesbit olunmuştur. Genellikle Cum'a günleri; kazâ işlerine bakılmamış, ibâdet saatlerinde de, tâtil edilmiştir. İmam-ı Hassaf'ın zamanında Pazartesi günleri, İmam-ı Azam'ın zamanında Cumartesi, bazılarının zamanında da Çarşamba günleri tâtil yapılmıştır. İmam-ı Serahsi: "Kadı yoruluncaya kadar kazâ işlerini yürütür. Güneş doğduktan sonra öğleye kadar çalışması uygundur. Bununla beraber kazâ işleri fazla ise; davaların bakılmasını günlere taksim eder ve kendi durumuna göre bakar, dosyaları inceler"(151) diyerek, geniş bir bakış açısı getirmiştir. İbn-i Hümam kadı'nın (hâkimin) fazla yorulmamasını, vereceği hükmün sıhhati açısından uygun bulmuş ve sâdece gündüzleri kazâ işlerine bakmasının gerektiğine dikkati çekmiştir.(152) İmam-ı Kasani'de; güneş doğduktan sonra başlayıp, batması ile birlikte bırakmasının uygun olacağını esas almıştır.(153) Feteva-ı Hindiyye'de: "Kazâ işleriyle uğraşan kimsenin; kadınlara ait davalar için ayrı bir gün tahsis etmesinin güzel olacağını" kaydetmiştir.(154) sonuç olarak; dava'nın günü ve saatini kadı kendisi tâyin eder. Bazı müsteşrikler; İslâm toplumunda Ramazan aylarında, kazâa işlerine bakılmadığı iddiasını ortaya atmışlar ve bunun "Âdli tâtil" sayılabileceği tezini savunmuşlardır. Ancak bu hususta ciddi bir delil bulmak zordur. Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetinde ve Hülefa-i Râşidiyn'in tatbikatında böyle bir hâdise sözkonusu değildir. Aksine Hz. Ömer (ra)'in Ebû Musa El Eş'ari'ye yazdığı mektupta ve tatbikatta; hak sahibine hakkının (Mümkün olan en kısa zamanda) verilmesi esas alınmıştır. Adâleti geciktirmek; hak sâhibi açısından bir zulümdür.