Davalar Deliller Şahitler

Davanın Tarifi

Dava lugatta ´talep etmek´ anlamına gelir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Orada onlar için (her çeşit) meyve vardır ve bütün arzuları (talepleri) yerine getirilir. (Yâsin/57)

Dava´nın şer´î mânâsı ise hâkim katında başkasının üzerinde bir hakkın vacib olduğunu haber vermektir.

Beyyine´nin Tarifi

Beyyine lugatta ´apaçık hüccet´ (delil) anlamına gelir ki bu da izah ve keşfetmek demektir. Şahitlere şer´an beyyine deriir, çünkü hak onlarla ortaya çıkar.

Davaların ve Delillerin Meşruiyetine Dair Deliller

Davaların ve delillerin meşruiyetine hem Kur´an, hem de Sünnet delâlet etmektedir. Davaların ve beyyinelerin meşruiyetine delâlet eden Kur´an ayetleri şunlardır:

Aralarında hükmolunmak üzere Allah ve Rasûlü´ne çağırıldıkları zaman onlardan bir grup derhal dönüp gider.

(Nûr/48)

(Ey Muhammed!) Kendilerine kitaptan bir nesip verilmiş olanları görmedin mi? Aralarında hükmetsin diye Allah´ın kitabına çağırılı-yorlar da onlardan bir grup yüzçevirip dönüyorlar.

(Âlu İmran/23)

Davaların ve delillerin meşruiyetine delâlet eden hadîsler de şun­lardır:

Eğer insanlara (beyyinesiz, şahitsiz) yalnız iddiaları ile hakları verilir olsaydı, birtakım insanlar diğerlerinin kanlarına ve mallarına (sahip çıkmak için) muhakkak iddiaya kalkışırlardı. Lâkin yemin de müddeâ aleyhe (aleyhine dava açılana) düşer.[1].

Eş´as b. Kays şöyle anlatıyor: Benimle bir kimse arasında.Yemen´de münakaşalı bir arazi vardı. Ben o kimseyi Rasûlullah´a şikayet ettim. Rasûlullah bana şöyle sordu:

- Bir delilin var mı?

- Hayır!

- Öyleyse onun yemin etmesini iste (ona yemin düşer).[2]

Abdullah b. Amr şöyle rivayet ediyor: Rasûlullah (s.a) bir hutbesinde ?Yemin müddeâ aleyh´e (aleyhine dava açılana) düşer´ buyurdu.[3]

Müddeî ile Müddeâ Aleyh´in Tarifi ve Aralarındaki Fark

Müddet, sözü zahire muhalif olan kişidir. Müddeâ aleyh ise sözü zahire muvafık olan kişidir. İkisi arasındaki fark da şudur: Müddeî, müddeâ aleyh´in üzerinde olan bir hakkı iddia etmektedir ki bu zahire muhaliftir. Çünkü aslolan zimmetin beraatidir. Müddeâ aleyh de kendisi aleyhine yapılan iddiayı inkâr eden, reddeden kişidir ki aslolan da budur, yani beraettir. Beraet, müddeâ aleyh´in -müddeî beyyine ile onu isbat edinceye kadar- yanındadır.

Delil Getirmenin Müddeî´ye, Yeminin de Müddeâ Aleyh´e Ait Olmasının Hikmeti

Müddeî´nin iddiası zahire muhalif olduğundan onun tarafı zayıftır. Bu nedenle de kuvvetli hüccet getirmekle mükellef kılınmıştır, o da beyyinedir. Müddeâ aleyh´in tarafı ise kuvvetlidir, zira asıl onun yanın­dadır ki bu da beraettir. Bu yüzden de ondan gelen zayıf hüccet kabul edilir. Bu zayıf hüccet ise yemindir.

Beyyinenin kuvvetli, yeminin zayıf hüccet sayılmasının nedeni, yemin eden bir kişinin, yalan yere yemin etmekle itham edilebilmesidir. Çünkü insan nefsine uyup menfaatine meyledebilir. Fakat, şahit böyle değildir; zira şahit itham edilemez. Çünkü kendi nefsi için değil, başkası için şahitlik yapmaktadır. Nitekim bu durum daha önceki bir hadîste geçmişti:

Ben duyduğuma göre hükmederim.

Davanın Sahih Olması İçin Gereken Şartlar

Kadı´nın önüne gelen davanın sahih olması için -bu dava ister kan davası olsun, ister gasb, ister hırsızlık, ister telef davası olsun- altı şartı bulunması gerekir:

l.-Dava malum olmalıdır.

Yani müddeî, iddiasını açıklamalıdır. Meselâ müddeî ´Falan adam benim yakınımı kasden öldürdü´ veya ´Falan adam benim yakınımı yanlışlıkla öldürdü´ veya ´Falan adam benim yakınımı falan adamla ortaklaşa kasden öldürdü´ şeklinde açık ifadeler kullanmalıdır. Eğer müddeî mutlak şekilde ´Falan adam benim yakınımı öldürdü´ derse, kasden mi kazaen mi öldürdüğünü açıklamazsa davası kabul edilmez. Ancak kadı´nın müddeî´den açıklama talep etmesi sünnettir.

´Müddeî´nin, davayı açıklaması neden vacibdir?´ diye sorulacak olursa, buna şöyle cevap verilir: Çünkü hüküm, durumlara göre deği­şiklik arzeder. Meselâ kasden adam öldürmenin hükmü ayrı, kazaen öldürmenin hükmü ayrıdır.

2. Dava, ilzam edici olmalıdır.

Bu bakımdan kabzetmek olmaksızın mutlak hibe etme davasına bakılmaz. Meselâ müddeî ´Falan adam bana bir mal hibe etti´ derse, bu dinlenilmez; zira hibe ancak kabzetmekle lazım olur. Fakat müddeî ´Bana hibe edenin izniyle kabzettim´ derse, davasına bakılır.

3. Müddeî, kimler aleyhine dava açtığını bildirmelidir.

Aleyhine dava açtığı kişi veya kişiler kimlerse onları bildirmelidir. Meselâ müddeî ´Şu üç kişiden biri benim yakınımı öldürdü´ derse, -hangisinin öldürdüğünü söyleyinceye kadar- kadı, onun davasına bakmayı kabul etmez. Çünkü davasında açıklık yoktur. Müddeî, kadı´dan, o üç kişiye yemin ettirmesini istese, kadı bunlardan yemin talep edemez; zira müddeî´nin davası sahih değildir.

4. Müddeî mükellef olmalıdır. Yani âkü-bâliğ olmalıdır. Bu nedenle çocuğun veya delinin davası dinlenilmez.

5. Müddeî ve müddeâ aleyh, eman almayan harbî bir kâfir ol­mamalıdır. Çünkü harbî bir kâfir eman almadan önce ne kısasa ne de başka bir hükme müstehak olur; zira onun haklan tamamen kıymetsizdir.

6. Dava, başka bir dava ile ters düşmemelidir.

Meselâ müddeî ´Falan adam benim yakınımı kasden öldürmüştür´ dese, sonra başkasının da ona ortak olduğunu söylese veya ´O başka birini öldürmüştür´ dese, ikinci iddiası dinlenilmez; zira burada birinci davanın yalanlanması sözkonusudur. Ancak müddeâ aleyh onu tasdik ederse durum değişir. Müddeâ aleyh ikrarı ile muahaze edilir ve dava kabul edilir.

Bir davada bu şartlar bulunduğunda kadı´nın o davaya bakması gerekir. Bundan sonra kadı, müddeî´den iddiasını ispat edecek beyyine ister. Eğer müddeî beyyine getirirse, kadı da onun lehine hüküm verir.

Hangi Meselede Hüküm Davaya Tevakkuf Eder, Hangisin­de Etmez?

Mükelleflerin fiileri şer´î ahkâmın taalluku bakımdan dört kışıma ayrılır:

Birinci Kısım

Teşrî kılınan ahkamdan maksat toplumun maslahatıdır. Hükmü Allah´a mahsus bir haktır ve mükellefin burada muhayyerliği sözkonusu değildir. Bu hükümlerin tenfizi idareciye (devlet başkanına) aittir. Burada hüküm kadı katında açılacak bir davaya tevakkuf etmez. Bunun misalleri şunlardır:

1. Namaz, oruç, hac gibi katıksız ibadetlerdir. Ayrıca da iman ve İslâm´dan istinad ettikleri noktalardır.

Bu ibadetler sadece dinin ikame edilmesi maksadıyla teşrî kılın­mışlardır..Dinin ikamesi ve toplumun idamesi için zaruridir.

2. Zekât ve fıtır sadakası gibi malî ibadetlerdir.

Bunlar Allah´a yaklaştırması yönünden ibadet, başka bir yönden de bir nevi vergi mânâsını taşırlar.

3. Ziraî araziler üzerine farz kılınan vergiler.

Bu araziler ister öşür, ister haraç arazileri olsun mesele değişmez. Bu vergiler toplumun maslahatına sarfedilmek üzere alınır.

4. Cihad nedeniyle elde edilen mallar ve yer altında bulunan hazine ve madenler üzerine farz olan vergiler.

5. Kâmil ukubetlerin bazıları

Bunlar zina haddi, hırsızlık cezası ve yeryüzünde fesad çıkaran bağilerin cezasıdır.

6. Eksik ukubetlerden olan katilin, öldürdüğü yakınının mirasından mahrum kılınması.

Buna kasır ukûbât denilmiştir, çünkü bu bedenî ve malî ukubet­lerden değildir. Bu, kişinin, adamı öldürmeseydi müstehak olacağı bir haktan (mirastan) menedilmesidir. .

7. İbadet mânâsı taşıyan ukubetlerin cezası

Bunlar yemin, zıhar ve kazaen öldürmenin kefaretleri gibi cezalardır. Bunlarda ibadet mânâsı vardır. Çünkü bu ukubetlerin cezası, ibadet olan oruç, sadaka ve,köle~azad etmek suretiyle edâ edilir.

Yukahda saydığımız ukubetler Allah´ın hâlis hakları olduğundan dolayı bunların meşru (teşrî) kılınması, genel olarak insanların maslahatı içindir.´ Mükellef, bunlardan herhangibirini iskat edemez; zira mükellef, ancak kendi hakkını iskat edebilir. Bunlar ise mükellefin değil, Allah Teâlâ´nın hâlis haklarıdır. Kadı´nm bu tür davalarda hüküm vermesi, mükellefin dava açmasına bağlı değildir. Mükellef dava açsa da açmasa da kadı bu davalarda hüküm verir.

İkinci Kısım

Bunlar hem toplumun, hem de mükellefin maslahatı için teşri kı­lınmıştır. Ancak burada toplumun maslahatı daha belirgindir. Bu ba­kımdan burada Allah´ın hakkı, mükellefin hakkından, daha fazladır.

Bu kışıma dahil olan davaların hükmü de katıksız Allah´ın, hakkı olan davaların hükmü gibidir. Mükellef-burada hükmü iskat edemez, kadı´nın hüküm vermesi de mükellefin dava açmasına bağlı değildir.

Üçüncü Kısım

Bunlar sadece mükellefin maslahatı için meşru kılınmıştır. Bu kışıma giren davaların hükmü, katıksız mükellefin hakkı olan bir meselenin hükmü gibidir. Buna şöyle bir misal verelim: Başkasının malını telef eden bir kişi, telef ettiği malın mislini veya kıymetini »ermekle mükellef kılınır. Bu, mal sahibinin katıksız bir hakkıdır. Rehine olarak yerilen malın ise rehine alanın yanında alıkonması rehine alanın hakkıdır.

Alacağını istemek de alacaklının katıksız hakkıdır. Hikmet sahibi olan şârî bu haklan sahiplen için tesbit etmiş, bunların sahiplerine bu haklar hususunda muhayyerlik vermiştir. Kadı´nın bu meselelerde hüküm vermesi, hak sahibinin dava açmasına bağlıdır. Bu meşelerde kadı kendiliğinden hak sahiplen adına dava açıp hüküm veremez.

Dördüncü Kısım

Bunlar, mükellefin ve toplumun maslahatı için meşru kılınmıştır. Ancak bunlarda mükellefin maslahatı daha belirgindir. Bu kışıma dahil olan meselelerin hükmü de üçüncü kısımdaki meselelerin hükmü gibidir; yani mükellefin katıksız hakkı olan meseleler gibidir. Mükellef burada muhayyerdir; ister hakkını alır, isterse de hakkından vazgeçer. Buna kasden adam öldürme ve zina iftirası atmayı misal olarak verebiliriz. Kadı´nın bu meselelerde hüküm vermesi için, hak sahibinin dava açması gerekir.

İmam Nevevî, el-Minhac isimli eserinde şöyle diyor: ´Kasden adam öldürme ve zina iftirası atma suçlan hakkında ceza verilmesi için hak sahibinin kadı katında dava açması şarttır; zira maktulün velîsinin katili affedip kısastan vazgeçme hakkı vardır, yine kendisine zina iftirası atılan erkek veya kadının da iftiracıyı affetme yetkisi vardır.

Bazı âlimler, zina iftirasının cezasında Allah´ın hakkının daha galip olduğunu ve bu nedenle de kadı´nın bu meselede hüküm vermesi için hak sahibinin dava açmasının şart olmadığını söylemişlerdir. Buna bi­naen kendisine zina iftirası atılan erkek veya kadın, kendi hakkından vazgeçemez, yani iftira atan kişiyi affedemez, iftira sabit olduğunda -dava açılmamış olsa bile- kadı´nın hüküm vermesi, iftiracıyı cezalan­dırması gerekir´.

Beyyine Getirmek Müddeî´ye, Yemin İse İnkâr Edene Aittir

Şahitlere beyyine dendiğini, hakkın onların şehadetiyle sabit oldu­ğunu söylemiştik. Başkasının üzerinde hakkı bulunduğunu iddia ettiği için beyyine getirmek müddeî´ye aittir. Müddeî´den şahit istenmesinin sebebi, onun tarafının zayıf olmasıdır. Çünkü o, aslın hilafını iddia et­mektedir. Asi ise zimmetleri, başkasının hakkından beri olmasıdır. Bu bakımdan müddeî, beyyine getirmek mecburiyetindedir. Beyyine getir­diğinde hakkını isbat etmiş olur.

Yemin ise müddeâ aleyh´e aittir. Yemin, Allah veya Allah´ın sıfat­larından biriyle yapılır. Müddeâ aleyh´in tarafı kuvvetli olduğu için yeminle mükellef kılınmıştır. Müddeâ aleyh yemin ettiğinde, aleyhine açılan dava düşer. Yemin zayıf bir hüccet olmakla beraber beraat-i aslî ile takviye edildiğinden yeterli olur. Müddeâ aleyh´in bir defa yemin etmesi kâfidir.

Beyyinenin müddeî´ye, yeminin ise müddeâ aleyh´e ait olduğunun delili şu hadîs-i şeriftir:

Beyyine müddeî´ye, yemin de müddeâ aleyh´e düşer.[4] Bu hususta Buharı, Sünen-i Müslim ve Tirmizî´den naklettiğimiz hadîsler daha önce geçmişti.

Müddeî, davasıyla ilgili beyyine getirdiğinde kadı -müddeâ aleyh´den yemin talep etmeden- onun lehine hüküm verir. Müddeâ aleyh, kadı´dan, müddeî´nin yemin etmesini talep edemez. Çünkü bir hüccet getiren müdeî´den ikinci bir hüccet istenemez.

Müddeî´nin Beyyine Getirmekten Aciz Olması

Müddeî, beyyinesi olmadığı veya şahitleri öldüğü için beyyine ge­tirmekten aciz olduğunda, kadı, müddeâ aleyh´den -müddeî´nin iddi­asının doğru olmadığına dair- yemin talep eder. Eğer yemin ederse, kadı, onun beraatine hüküm verir.

Müddeâ Aleyh´in Yemin Etmekten Kaçınması

Müddeî´nin beyyinesi olmaz, müddeâ aleyh de yemin etmekten kaçınırsa, yemin etme hakkı müddeî´ye geçer. Kadı, iddiasının doğru olduğuna dair müddeî´den yemin talep eder, müddeî yemin ettiğinde, kadı onun lehine hüküm verir; zira Hz. Peygamber böyle yapmıştır.

İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: ´Rasûlullah (s.a), (müddeâ aleyh yemin etmekten imtina edince) yemini, müddeî´ye reddetmiştir (döndürmüştür)´.[5]

Reddedilen Yeminin Hükmü İkrar Gibidir

Yeminin reddi, yani müddeâ aleyh´in yemin etmekten kaçınma­sından sonra yemini müddeî´ye tevcih etmek, müddeâ aleyh´in, o malın müddeî´nin olduğunu ikrar etmesi gibidir, beyyine gibi değildir; zira müddeâ aleyh´in yemin etmekten imtina etmesinden sonra müddeî yemin etmek suretiyle o hakkı elde eder ve böylece hasmının o hakkın ona ait olduğunu ikrar etmesi gibi olur. Bu bakımdan müddeî yemin ettikten sonra -ikrarda olduğu gibi başka bir delile ihtiyaç olmaksızın- o hak müddeî´ye ait olur. Müddeî yemin ettikten sonra artık o hakkın isbatı veya ibra edilmesi hususunda getirilen hüccete itibar edilmez. Çünkü müddeâ aleyh´in yemin etmekten kaçınması, o malın müddeî´ye ait olduğunu ikrar etmesi gibidir. Nitekim bunu daha önce de belirtmiştik.

Müddeî´nin Yemin Etmekten Kaçınması

Müddeâ aleyh yemin etmekten kaçınır, kadı yemini müddeî´ye reddettiğinde müddeî de yeminden imtina ederse, yeminden imtina etmesi hususunda bir özürü de yoksa, hakkı düşer; zira yemin etmekten imtina etmiştir. Kadı´nın, yeminden imtina etmenin hükmünü belirtmesi sünnettir. Meselâ kadı, müddeâ aleyh´e ´Yemin etmekten kaçınırsan, yemin etme hakkı müddeî´ye geçer´ demelidir. Yine kadı müddeî´ye ´Eğer yemin etmezsen hakkın düşer´ demelidir. Kadı müddeâ aleyh´e ve müddeî´ye bu açıklamaları yapmazsa, hükmü yine de geçerli olur. Müddeâ aleyh ve müddeî bunun hükmünü araştırmayı terkettikleri için kusur işlemiş olurlar.

Müddeâ Aleyh´in Susması

Müddeâ aleyh, müddeî´nin kendisi aleyhindeki iddiasına karşı -herhangibir mazereti olmaksızın- susarsa, müddeî´yi inkâr etmiş ve yemin etmekten kaçınmış sayılır; yemin müddeî´ye tevcih edilir.

İki Kişinin Aynı Şeyi İddia Etmesi

İki kişiden herbiri aynı şeyin kendisine ait olduğunu iddia ederse, meselâ her ikisi de falan arazinin kendisine ait olduğunu iddia eder ve her ikisi de beyyine getiremezse, o arazi de onlardan birinin elindeyse, araziyi elinde bulunduran kişi yemin ederek arazinin sahibi olur. Çünkü arazinin onun elinde olması, onun mülkü olma ihtimalini artırmaktadır. Ayrıca buna ters düşecek, bunu iptal edecek bir beyyine de mevcut değildir; zira aslolan, bir malın, kişinin mülküne meşru bir sebeple girmiş olmasıdır. Eğer arazi ikisinin elinde bulunuyorsa ve hangisine ait olduğu hususunda beyyine de yoksa, ikisi de yemin eder ve araziye ortak olurlar; yani onlardan herbiri diğerinin yalan söylediğine dair yemin eder, her ikisi de yemin ettikten sonra araziye ortak olurlar. Bunun delili Ebu Musa el-Eş´arî´nin rivayet ettiği şu hadîstir: ´İki kişi Rasûlullah´a gelerek bir deve veya başka bir binek hususunda, herbiri kendisinin olduğunu iddia etti. Fakat ikisinin de şahidi yoktu. Hz Peygamber, o deve veya bineğe ikisinin ortak olduğuna dair hüküm verdi.[6]

Beyyinat ve Çeşitleri

Dava ve beyyineler bahsinde beyyinatın tarifini ve meşruiyetinin delillerini beyan etmiştik.

Beyyinatın çeşitlerine gelince, beyyinat bazen iki erkek şahit, bazen bir erkek iki kadın şahit, bazen dört kadın şahit, bazen de dört erkek şahitle olur Bunun tafsilatı Şahitlik bahsinde gelecektir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buharî/4277, Müslim/1711, (İbn Abbas´tan)

[2] Müslim/138. Başka bir rivayette Hz. Peygamber, Eş´as b. Kays´a ´Ya iki şahit getirir­sin yahut da o kişi yemin edip malı alır´ demiştir.

[3] Tirmizî/1341

[4] Beyhakî, VIII/123

[5] Hâkim, IV/100

[6] Ebu Dâvud/3613, Hâkim, IV/95, (Hâkim, hadisin sthih olduğunu söylemiştir).