Kırad Mudaraba

Kırad´ın Tarifi

Kırad kelimesi, kesmek anlamına gelen karz kökünden türemiştir. Bu akde idrab denilmesinin sebebi, mal sahibinin, sağlayacağı kârın bir bölümü karşılığında ticaret yapması için malının bir kısmını kesip işçiye vermesi, işçinin de sağladığı kârın bir bölümünü kesip mal sahibine ver­mesidir. Bu akde aynı zamanda mudâraba da denir.

Mudâraba kelimesi lugatta eşit olmak anlamına gelir, çünkü burada mal sahibi ile çalışan kişi kârda eşittirler. Mudâraba kelimesi, sefere çıkma anlamına gelen darb mastarından türemiştir. Çünkü ticaret genel­likle sefere çıkmayı gerektirir. Zira malı getirmek, pazarlamak, kâr elde etmek için çoğunlukla sefere çıkılır. Fakihlerin ıstılahında bu şu anlama gelir: Mal sahibi malının bir kısmını ticaret yapmak amacıyla işçiye verir, elde edilen kâra ortak olurlar. Bu nedenle buna şirket denilmiştir.

Mudâraba Şirketinin Meşruiyeti

Şirketin bu çeşidi caiz ve meşrudur. Sünnet ve İcma bunun meşru­iyetine delâlet etmektedir.

Abdullah b. Abbas, babası Abbas b. Abdulmuttalib´ten şöyle rivayet ediyor: "Abbas, mudâraba yoluyla mal verdiğinde çalışan kişiye şunları şart koşuyordu: ´Bu mal ile deniz yolculuğuna çıkmayacaksın, sel tehlikesi olan bir vadiye inmeyeceksin, hastalıklı hiçbir hayvanı satın al­mayacaksın. Eğer bu şartlara riayet etmezsen zamin olursun´. Abbas´ın böyle şartlar koşması Hz. Peygamberin kulağına gitti. Hz.´ Peygamber bu şartları geçerli kabul etti".[1]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Üç şey vardır ki onlarda bereket vardır: Bir zamana kadar mal satmak, mudâraba (kırad) muamelesi yapmak, evde yemek için buğdayı arpaya katmak.[2]

Her ne kadar bu hadîslerin senedlerinde zayıflık varsa da, bunlar bir araya geldiklerinde kuvvet bulurlar ve delil getirmeye elverişli olurlar. Hele ashabın fiilleri ve icması bunları destekliyorsa!

Zeyd, babası Eslem´den şöyle rivayet ediyor: "Ömer b. Hattab´ın oğullan Abdullah ve Ubeydullah bir ordu ile Irak seferine çıktılar. Dö­nüşlerinde Basra valisi Ebu Musa el-Eş´arî´ye uğradılar. Ebu Musa el-Eş´arî onları çok iyi karşıladı ve dedi ki:

- Elimden size faydalı olacak bir iş gelse mutlaka yapardım. Sonra da şöyle devam elti:

- Evet burada hazineye ait biraz mal var. Ben onu emir´ul-mü´minîn´e (halifeye) göndermek istiyorum. O malı size borç olarak vereyim, onunla Irak´tan biraz mal alır, Medine´de satarsınız, ana parayı halifeye teslim edersiniz. Elde ettiğiniz kâr da ikinize ait olur.

Onlar kabul ettiler. Ebu Musa el-Eş´arî onlara malı verdi ve Ömer b. Hattab´a malı onlardan almasını yazdı. Abdullah ve Ubeydullah Medine´ye gelince aldıkları malı sattılar ve kâr sağladılar. Ana parayı Hz. Ömer´e verdiklerinde, Hz. Ömer onlara şöyle sordu:

- Bütün ordu sizin gibi borç aldı mı?

- Hayır!

- Demek sadece siz borç aldınız? Öyleyse hem malı, hem de kârı teslim ediniz.

Bunun üzerine Abdullah sustu. Ubeydullah ise şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emîriî Bu kâr sana ait değil, çünkü bu mal eksilseydi veya helak olsaydı, onu biz ödeyecektik.

Hz. Ömer tekrar ´Ödeyin´ dediğinde, Abdullah yine sustu, Ubeydullah ise aynı şekilde karşı çıktı. Bunun üzerine mecliste bulunan­lardan biri şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emîri! O malı kırad (mudâraba) yapsanız (nasıl olur)?

- Onu kırad (mudâraba) yaptım.

Böylece ana malı ve kârın yarısını aldı. Kârın diğer yarısını da Abdullah ile Ubeydullah aldılar".[3]

Alâ b. Abdurrahman babası tarikiyle dedesinden şöylev rivayet et­miştir: ´Osman b. Affan, Alâ b. Abdurrahman´ın dedesine kârı aralarında ortak olmak üzere çalıştırmak için kırad (mudâraba) olarak mal (sermaye) verdi´.[4]

Hakîm b. Hizam birine mudâraba. yoluyla mal verdiğinde ona ´Ma­lımla hastalıklı hayvanlar almayacaksın, malımı, sel basması muhtemel olan bir vadiye indirmeyeceksin, malımla deniz yolculuğuna çıkma­yacaksın. Bunlardan birini yaptığında malıma zamin olacaksın´ diye şart koşuyordu.[5]

Rivayet edilen bu eser´ler, ashab arasında kırad (mudâraba) mu­amelesi yapıldığına delâlet eder. Onlar bu muameleyi biliyorlar, yapıldı­ğını görüyorlar ve kendileri de yapıyorlardı. Hiç kimsenin bu muameleye karşı çıktığı rivayet edilmemiştir. Böylece mudâraba akdinin meşru olduğu hususunda icma olmuştur.

Mudâraba Akdinin Meşruiyetinin Hikmet ve Sebebi

Şirketin meşruiyetinin hikmetinin malın artması, toplumun bireyleri arasında yardımlaşmanın tahakkuk etmesi, güç ve imkânların birleştirile­rek tekamülün sağlanması olduğunu söylemiştik. Böylece malı olduğu halde onu çalıştıramayan kişi, çalıştıracak bir kişiye verir; her iki taraf da bundan kazanç elde eder.

Bu mânâ genel olarak tüm şirket çeşitlerinde olmakla beraber, en iyi şekilde mudâraba akdinde tahakkuk eder. Çünkü burada çoğunlukla malı olmayan kişinin mal kazanma imkânı vardır. Bu bakımdan insanlar arasında yardımlaşma ve birbirinden yararlanmanın tahakkuk etmesi için mudâraba akdine ihtiyaç vardır.

Ayrıca burada genel bir maslahat da bulunmaktadır, böylece insanlar birbirlerini çalıştırabilir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıl dık. (Zuhruf/3

Mudâraba (Kırad) Akdinin Hükmü

Mudâraba (kırad) akdi, caiz olan akidlerdendir; yani akid yapan­lardan biri isLediği zaman bu akdi feshedebilir. Çalışan kişinin malda ta­sarruf edip etmemesi meseleyi değiştirmez. Ancak akid, çalışmaya baş­lanmadan önce feshedilirse, çalışanın sermayede tasarruf etme yetkisi ol­maz. Çünkü bu tasarruf, sahibinin izni olmadan malda tasarruf etmektir.

Çalışmaya başladıktan sonra akid feshedilirse, çalışan kişi alıp-satmayı durdurmalı, eşyaları paraya çevirmeli, şirketin alacaklarını toplamalıdır. Sonra hesap yapmalı, sermayeyi sahibine teslim ettikten sonra, kârı -anlaştıkları şekilde- paylaşmalıdır.

Mudâraba Akdinin Rükûnlan Mudâraba akdinin üç rüknü vardır:

1. Siga

2. Akid yapan iki kişi

3. Sermaye

1. Siga

Siga, icab ve kabul demektir. Bu da akde razı olmaya delâlet eden lafızlarla olur. Meselâ sermaye sahibinin ´Sana bu malı mudâraba yo­luyla verdim´ veya ´Mudâraba yoluyla seninle muamele yaptım´ veya ´Şu paralan al, ticaret yap. Elde edilen kâra ortağız´ veya ´Elde edilen kârın 2/3´si bana, 1/3´i sana aittir´ veya ´Elde edilen kârın 2/3´si sana, 1/3´i bana aittir´ demesi icab´tır. Çalışacak kişinin de ´Kabul ettim´ veya ´razı oldum´ gibi rızasına delâlet eden bir lafız kullanması kabul´dür.

Siga´nm kesinlik ifade etmesi şarttır. Eğer siga bir şarta bağlanırsa sa­hih olmaz. Meselâ ´Ramazan ayı geldiğinde bu malı sana mudâraba yoluyla verdim1 gibi lafızlar sahih olmaz.

Ayrıca icab ve kabul -örfen- peşpeşe olmalıdır. îcab ive kabul ara­sında uzun bir sessizlik veya akidle ilgisi olmayan bir konuşma olursa akid sahih olmaz.

2. Akid Yapan İki Kişi

Bunlar sermaye sahibi ile çalışan kişidir. Bunların her ikisinde de ve­kâlet verme ve vekil olma ehliyeti bulunmalıdır. Çünkü mal sahibi vekalet veren, çalışan da vekil gibidir. Zira çalışan kişi mal sahibinin malında onun izniyle tasarruf etmektedir. Akid yapanlardan biri sefihliğinden ötürü hacr altında ise akid sahih olmaz. Çalışacak kişinin gözleri kör ise, akid yapma yetkisine sahip olamaz. Çünkü ticaret yapma hususunda başkasına vekil olma yetkisine sahip değildir. Ancak mal sahibinin kör olması akde zarar vermez. Çünkü kör olan kişi, başkasını vekil tutabilir.

3. Sermaye

Sermayede şu şartların bulunması gerekir:

a. Sermaye, para olmalıdır.

Ticarî eşyalar sermaye olmaz. Çünkü burada aldatma sözkonusudui, zira sermaye ve kâr meçhuldür. Ticarî eşyaların kıymeti günden güne de­ğişir; satış günündeki kıymeti, geri verme günündeki kıymetini tutmaz.

Mudâraba (kırad) akdinde asıl, aldatmanın varlığıdır. Zira burada çalışma zabt u rabt altına alınamaz, kâr edilip edilmeyeceği bilinemez. Fakat buna rağmen halkın mudâraba akdine olan ihtiyacı nedeniyle, caiz kılınmıştır. Nitekim bunu daha önce de belirtmiştik. Ancak bu aldatmaya ikinci bir aldatma eklenemez. Bu nedenle de her halükârda geçerli olan ve ticarette kolay kullanılan bir maddenin sermaye olması gerekir ki bu da paradır.

b. Sermaye olarak verilen paranın miktarı belli olmalıdır.

Bu bakımdan -kârın meçhul olmaması için- miktarı belli olmayan bir para karşılığında mudâraba akdi yapmak sahih olmaz.

c. Sermaye olacak para hazır olmalıdır.

Zimmette olan para karşılığında mudâraba akdi yapmak sahih olmaz. Ancak akid meclisinde ortaya konulup miktarı belli olursa mesele değişir. Çalışan kişinin üzerinde bulunan borç karşılığında da mudâraba akdi yapmak sahih olmaz. Ancak çalışan kişi aynı mecliste borcunu para olarak getirip ortaya koyarsa akid sahih olur,

d. Sermayenin çalışan kişiye teslim edilmesi gerekir.

Sermaye sahibinin, paranın bir kısmının kendinde bulunmasını, çalı­şan kişinin yaptığı her tasarrufun parasını kendisinden istemesini, çalışa­nın yaptığı her tasarruf için kendisine başvurmasını şart koşması sahih değildir. Çünkü bazen ihtiyaç sırasında sermaye sahibini bulmak, ona başvurmak mümkün olmaz. Burada çalışan kişiye zorluk ve zarar verme sözkonusudur.

Mudâraba Akdinin Şartları

1. Mudâraba akdi mutlak ve kayıtsız olmalıdır.

Meselâ sermaye sahibi, çalışan kişinin muayyen birşey almasını şart koşmamahdır. Eğer sermaye sahibi, çalışana ´Şu seccadeyi alacaksın´ veya ´Zeyd´in buğdayını alacaksın´ veya ´Şu köyün buğdayını alacaksın´ veya ´Amr ile alışveriş yapacaksın´ veya ´Ender bulunan mallan ahp-satacaksın´ gibi şartlar koşarsa, akid bâtıl olur.

Mudâraba akdinde bir müddet tayin etmek şart değildir. Eğer müddet tayin edilir de o müddet içerisinde alışveriş yapılamaz; kâr elde edilemezse akid fesholur. Fakat satmalına hususunda müddet tayin edilir de satma hususunda müddet tayin edilmezse, akid fesholmaz. Çünkü satma ve kâr etme yolu açıktır.

2. Sermaye sahibi ile çalışan kişi kâra ortak olmalıdır.

Kârın, mal sahibi ile çalışan arasında ortak olması -mal sahibinin malının artışını, çalışanın da emeğinin karşılığını alması için- şarttır. Mal sahibi malından, çalışan da emeğinden ötürü kârdan pay alır. Eğer kârın yalnız birine ait olması şart koşulursa, akid fasid olur. Çünkü bu şart, ak-din gereğine aykırıdır.

Kârın tamamının çalışana ait olması şart koşulursa, akid yine fasid olur; kârın tümü mal sahibine ait olur, çalışana ise ücret-i misil verilir. Çünkü kâr hususunda tamahkârlık yapmıştır. Kârın tamamının sermaye sahibine ait olması şart koşulursa, akid fasid olur, çalışan hiçbir şey ala­maz. Çünkü mal sahibi için teberruan çalışmış sayılır.

Mal Sahibi ile Çalışanın Kârdaki Payları Belli Olmalıdır.

Mal sahibi ile çalışan kişinin kârdan ne kadar pay alacaklarının belli olması -meselâ 1/4 veya % 50 gibi- şarttır. Tarafların kârdan ne kadar pay alacakları belli olmazsa, akid sahih olmaz. Çünkü bu akdin amacı kârdır, akid kâr üzerine yapılmaktadır.

Akdin üzerine yapıldığı şeyin meçhul olması, o akdin fasid olmasını gerektirir; Tıpkı satılan malın meçhul olmasının alışveriş akdini fasid ettiği gibi. Yine taraflardan biri için kârdan 1000 dirhem, daha fazla veya daha az bir miktar tayin edilirse, akid yine fasid olur. Çünkü kârın tamamı an­cak 1000 dirhem olabilir.

Bu durumda kendisi için kârdan 1000 dirhem tayin edilen kişi kârın tümünü alır, böylece kârda ortaklık tahakkuk etmemiş olur ve şirket de olmaz. Yapılan tasarruf mudâraba olmadığı için akid fasid olur. Bu du­rumda kârın tamamı sermaye sahibine ait olur, çalışan kişiye de ücret-i misil verilir.

Çalışan kişi için kârdan belli bir maaş -1000 lira gibi- tayin edilirse, yine akid sahih olmaz. Daha önce de belirttiğimiz gibi kârın tayin edilen maaştan fazla olması mümkündür.

Bu duruma göre günümüzde halkın yaptığı tasarrufların çoğunun fa­sid olduğu ortaya çıkar. Çünkü günümüzde sermaye sahipleri çalışanlara belli bir maaş vermekte ve kârdan da sene sonunda belli bir miktar ver­mektedirler. Yine kârın iki tarafa mahsus olması gerekir; yani mal sahibi ile âmil´in kârın bir kısmını üçüncü kişilere şart koşmaları sahih değildir. Ancak üçüncü kişilerin çalışan tarafla birlikte çalışacaklarına dair şart koymaları halinde, mal sahibi ile çalışanlar arasında mukavele akdi yapı­lır.

3. Çalışan kişi tasarruflarında ve çalışmasında müstâkil olmalıdır.

Mal sahibi, çalışma ve tasarrufta ortak olmayı şart koşarsa, mudâraba akdi sahih olmaz. Çünkü bu şart, malın sahibinin elinde kalmasını gerektirir. Daha Önce malın tamamının çalışanın elinde olmasının şart olduğunu söylemiştik. Ancak çalışan kişi kendiliğinden mal sahibinden yardım isterse, bu caizdir. Zira çalışan kişinin mal sahibinden yardım istemesi, malın çalışanın elinden çıktığı anlamına gelmez.

Mudâraba Akdinde Çalışan Kişinin Mal Hususundaki Durumu

Mudâraba akdinde, çalışan kişi elindeki malı emanet olarak almış sa­yılır. Eğer o mal çalışanın kusuru olmaksızın telef olursa, çalışan zamin olmaz. Fakat mal hususunda eli, tazminat eli olan kişi böyle değildir. Onun elinde bulunan mal telef olduğunda -bunda kusuru olmasa bile-telef olan malı ödemek zorundadır. Çalışan kişi, yetkisi dışında olan bir tasarruf yaparsa, bu saldırganlık sayılır. Bunu biraz sonra izah edeceğiz.

Mudâraba Akdinde Zarar Mal Sahibine Aittir

Mudârib´in eli, emanet eli olduğuna göre zarar mal sahibine ait olur. Çalışan kişi bu zarara ortak olmaz. Çünkü zarar, malın telef olması hük­mündedir. Mudârib ise bir kusur işlemedikçe telef olan mala zamin ol­maz.

Mudârib´in Yapmaması Gereken Hususlar Mudârib´in yapmaması gereken hususları şöyle sıralayabiliriz:

1. Kendisine teslim edilen sermayeden fazla mal almamalıdır.

Mudârib, ancak kendisine teslim edilen sermaye ve ondan sağladığı kâr miktarında mal alabilir. Çünkü mal sahibi, sermaye ve sermayenin kârı dışında onun mal almasına razı değildir.

2. Mudârib, kendisine teslim edilen sermayeyi -sahibinin izni olma­dan- beraberine alarak sefere çıkamaz.

Çünkü seferde mal genellikle tehlikeye düşer. Mal sahibinin izni olursa malı sefere götürebilir. Eğer mal sahibi bu hususta mutlak olarak izin vermişse, tüccarların gitmesi âdet olan emin beldelere gidebilir.

3. Mudârib, borca mal satamaz.

Fakat mal sahibi borca satmasına izin verirse, borca satabilir. Aksi takdirde borca satamaz. Çünkü borca satılan malın telef olma ihtimali vardır.

4. Mudârib, başka birisiyle mudâraba akdi yapamaz.

En sahih görüşe göre, mudârib´in başka birisiyle mudâraba akdi yapması -mal sahibi izin verse dahi- caiz değildir. Çünkü mudâraba akdi iki kişiyle yapılır; bunlardan biri sermaye sahibi, diğeri de emek sahibidir. Mudârib´in başka biriyle mudâraba akdi yapması ise, malı olmayan iki ki­şinin mudâraba akdi yapmasıdır. Bu durumda yapılan ikinci akid bâtıldır. Böyle bir akid yapılır da ikinci işçi, birinci işçinin kendisine verdiği malda tasarruf ederse, mal sahibinden ücret-i misil alır. Ona verilen malın kârı ise´sadece mal sahibine ait olur. Birinci işçi, ikinci işçinin sağladığı kârdan hiçbir pay alamaz. Çünkü birinci işçinin o kârda hiçbir emeği yoktur.

5. Mudârib, memleketinde bulunduğu sürece nafakasını mudâraba malından karşılayamaz.

Bu, örfe uygun olmadığı gibi, bazen kârın tümü nafakaya gidebilir. Bu durumda mal sahibine kârdan hiçbir şey kalmaz. Bu ise akdin şartla­rına ters düşer. Kârın tümü nafakaya gitmese bile, kârın muayyen bir bö­lümü nafaka için ayrılsa dahi akde ters düşer.

Daha önce zikrettiğimiz nedenden -yani kârın tamamının nafakaya gitme ihtimalinin bulunmasından- ötürü, çalışan kişinin seferde de mudâraba malını kendi nafakası için sarfedemeyeceği en zahir görüştür. Ancak sefer sebebiyle normal nafakasının üzerindeki masrafları -mutedil bir harcama yaptığı takdirde- kârdan alabileceği söylenmiştir.

.Hanefî âlimieri şöyle demişlerdir: ´Çalışan kişi sefere çıktığında nafa­kasını mudâraba malından alır. Çünkü o sefere çıkmakla kendini tamamen bu işe hasretmiştir. Bu nedenle nafakasını mudâraba malından al­ması caizdir´.

Biz, ihtiyaç böyle gerektirdiğinde Hanefîlerin bu görüşüyle amel et­mekte herhangibir sakınca görmüyoruz. Ancak akidde, bu şart koşulma-malıdır. Çünkü böyle bir şartın koşulması akdi ifsad eder.

Çalışan Kişinin Yapması Gereken Şeyler

Çalışan kişi, mudâraba akdinin gereklerini yerine getirmelidir. Bunlar tüccarlar arasında âdet olmuş şeylerdir.

Örfen yapılması gereken şeyleri yerine getirmek üzere kiralanan kişi­nin ücreti, mal sahibinin özel matından, yani mudâraba malı haricindeki diğer malından olmalıdır. Mal sahibi, ücretin mudâraba malından olmasını şart koşarsa akid sahih olmaz. Çünkü bu şart akdin gereğine aykırıdır. Akdin gereği ise, mal sahibi olmayanın çalışmasıdır ve örfen yapılması gerekli olmayan işleri yapmamasıdır. Ancak mudârabe malından icar edilebilir; zira bu hem ticaret gereğidir, hem de maslahat icabıdır. Örf onu çalışmak hususunda -kendisinin istemesi müstesna-zorlamaz. Eğer kendisi teberruan çalışırsa, mudâraba malından ücret-i misil alması caiz değildir. Çünkü kendisini icar etmesi gayr-ı sahih bir fiildir.

Çalışan Kişi, Kârdan Payına Düşen Miktarı Ne Zaman Mülk Edinir?

Sermaye olarak verilen mudâraba malında akidden sonra bir eksiklik olursa, bu eksikliği kim karşılar?

Buna şöyle cevap verebiliriz: Eğer eksiklik, âmil´in malda tasarruf et­mesinden önce meydana gelmişse, en sahih görüşe göre bu eksiklik ser­mayeden düşülür; bu eksikliği mal sahibi yüklenir. Çünkü mudâraba akdi ancak tasarrufla kesinleşir.

Eksikliğin tasarruftan sonra meydana gelmesi halinde bunun sebe­bine bakılır: Eğer fiyatların düşmesi veya hayvanların hastalanması veya meyvelerin bozulması eksikliğe sebep olmuşsa, bu eksiklik kârdan düşü­lür. Çünkü örf bu şekilde oluşmuştur. Ayrıca kârın, malın şemsiyesi, koruyucusu olduğunu belirtmiştik.

Eksiklik, yangın, sel ve benzerleri gibi semavî bir afet nedeniyle veya gasp, hırsızlık nedeniyle meydana gelmişse, -en sahih kavle göre- bu ek­siklik kâr üzerine eklenir.

Mudâraba Akdinin Sona Ermesi

1. Mudâraba akdi, fesihle sona erer.

Mudâraba akdinin caiz akidlerden olduğunu; mal sahibi veya işçi­den herhangi birinin istediği zaman akdi feshedebileceğini söylemiştik. Tarafların hazır bulunup bulunmamaları, onlardan biri akdi feshederken diğerinin razı olup olmaması hükmü değiştirmez. Bu bakımdan taraflar­dan biri veya her ikisi birden akdi feshederse, fesih tarihinden itibaren akid sona erer. Birinin feshettiğini diğeri bilmese dahi mesele değişmez.

Meselâ mal sahibi ´Ben bu akdi feshettim´ veya ´Ben bu akdi iptal et­tim´ derse akid fesholur. Çalışan kişi de ´Bundan sonra tasarruf yapmam´ veya ´Şu andan itibaren tasarruf yapmam´ der veya benzeri bir lafız kul­lanırsa akid fesholur. Fesihten sonra âmil, o para ile hiçbir şey satın ala­maz. Fesihten haberi olmadan birşey satın alırsa, onu satamaz. Yanında bulunan diğer, mallan ise, açık bir kâr görüyorsa satabilir. O mallan satıp paraya çevirmesi -eğer mal sahibi istiyorsa- çalışanın görevidir. Ayrıca alacakları toplamak da onun görevidir.

2. Akid yapan kişilerden biri ölürse, akid sona erer.

Akdin sahih olmasının şartlarından birinin de akid yapan kişilerin vekil tutma ehliyetlerinin bulunması olduğunu söylemiştik. Ölümle veka­let iptal olur. Sermaye sahibi ölürse, âmil elinde bulunan malları paraya çevirmek için satabilir, bu hususta sermaye sahibinin varislerinden izin alması gerekmez. Çünkü mal sahibi tarafından verilen izin hâla geçerlidir. Ayrıca kârın belli olması için malların satılması gerekir.

Çalışan kişi ölürse, onun varisleri ancak mal sahibinin izniyle malı paraya çevirebilirler. Çünkü sermaye sahibi, onların malda tasarruf etmesine izin vermemiştir.

3. Akid yapan kişilerden biri delirirse veya sürekli baygınlık geçirirse, akid sona erer. Bayılma olayı bir zaman sonra ortadan kalksa bile^akid fesholur. İki taraftan biri akdi devam ettirmek istese dahi bu sahih değildir ve böyle bir mâni akdi bozar. Deliren veya sürekli baygınlık geçiren sermaye sahibi olursa, âmil malı paraya çevirir. Deliren veya sürekli baygınlık geçiren âmil olursa, onun velîsi -mal sahibinin izniyle- malı paraya çevirir.

4. Mudâraba malının helak olmasıyla, akid sona erer.

Çünkü üzerine akid yapılan o maldır. O mal helak olduğunda akdin mânâsı kalmaz. Malın yangın, sel gibi semavî bir afetle veya taraflardan birinin telef etmesiyle helak olması hükmü değiştirmez. Ancak malı, mal

sahibi telef ederse, âmil´in hakkım ödemesi gerekir. Malı âmil telef ederse, hakkını da almamışsa akid sona erer, bedel âmilden alınmışsa akid devam eder.

Malı başkası telef ederse veya bedelini alırlarsa akid yine devam eder. Bu durumda -kâr yoksa- bedeli mal sahibi talep eder, kâr varsa hem mal sahibi, hem de âmil talep edebilir. Çünkü onlar kâr ve bedelde

ortaktırlar.

Sermaye Sahibi ile Çalışan Kişinin İhtilaf Etmesi

1. Sermaye sahibi ile âmil´in kâr hususunda ihtilaf etmesi ,

Meselâ âmil ´Kâr etmedim´ veya ´Ben şu kadar kâr ettim´ derse, ye­minle beraber âmil´in sözüne itibar edilir; zira aslolan, malın yokluğudur. Ancak önce muayyen bir miktar kâr ettiğini, sonra da hesapta bir yanlışlık olduğunu söylerse, kabul edilmez. Çünkü bu itirafı, hakkı inkâr etmek anlamına gelir.

2. Sermaye sahibi ile âmil´in, alınan bir mal hususunda ihtilaf etmeleri

Meselâ mal sahibi, alınan bir mal için ´Sen bunu şirket için satın aldın´ derse, âmil de ´Ben bunu kendim için aldım´ derse veya mal sahibi ´Sen bu malı kendin için aldın´ derse, âmil de ´Ben bu malı şirket için aldım´ derse, yeminle beraber âmil´in sözüne itibar edilir. Çünkü âmil emindir. Fakat âmil mudâraba malıyla birşey alır da ´Bunu kendim için aldım´ derse, kabul edilmez. Satıh alınan rnal mudâraba şirketine ait olur.

3. Sermaye sahibi ile âmil´in, sermayenin cinsi veya miktarında ihtilaf etmeleri

Âmil ile sermaye sahibi sermayenin cinsi veya miktarında ihtilaf ederlerse, yeminle beraber âmil´in sözüne itibar edilir. Çünkü âmil asıldır, fazla paranın ona verilmesi de asıldır.

4. Sermaye sahibi ile âmil´in, mudâraba malının telef olması husu­sunda ihtilaf etmeleri

Sermaye sahibi ile âmil, sermayenin telef olması hususunda ihtilaf ederlerse, meselâ mal sahibi ´Âmil´in kusuru nedeniyle telef olmuştur´ derse, âmil de ´Hayır, benim kusurum yoktur´ derse, yeminle beraber âmil´in sözüne itibar edilir.

5. Sermaye sahibi ile âmil´in, sermayenin geri verilip verilmediğinde ihtilaf etmeleri

Meselâ âmil ´Ben sermayeyi mal sahibine teslim ettim´ dese, mal sa­hibi de ´Hayır, teslim etmedi´ dese, yine yeminle beraber âmil´in sözüne İtibar edilir. Çünkü âmil emindir.

6. Sermaye sahibi ile âmil´in, malın mudâraba için mi, borç olarak mı verildiği hususunda ihtilaf etmeleri

Meselâ mal sahibi mal telef olduktan sonra ´O malı borç olarak ver­dim´ dese, âmil de ´Hayır, mudâraba ortaklığı için verdi´ dese, yeminle beraber mal sahibinin sözüne itibar edilir. Çünkü âmil, malı aldığını itiraf ederek malın tazminatının sakıt olduğunu iddia etmektedir. Aslolan ise malın tazminatının sakıt olmamasıdır.

Amil ´Mudâraba malı´ olduğunu iddia etse, mal sahibi de ´Mudâraba malı değildir, ben seni vekil tuttum´ dese, yeminle beraber mal sahibinin sözüne itibar edilir. Çünkü mal sahibi, kendi kasıt ve niyetini herkesten daha iyi bilir. Bu durumda âmil´e ücret misil verilir. Çünkü âmil ücrete müstahak olmadığını itiraf etmiştir.

7. Sermaye sahibi ile âmil´in, kârdan alacakları hisseleri hususunda ihtilaf etmeleri

Sermaye sahibi ile âmil, kârdaki hisselerinin kaçta kaç olduğu husu­sunda ihtilaf ederlerse, ikisinin de yemin etmesi gerekir. Çünkü akdin sa­hih olduğu hususunda ve akdin ivazında ittifak etmişlerdir. Tarafların herbiri, aynı zamanda hem davacı hem davalıdır.

Bu bakımdan ikisi de kendisinin doğru, diğerinin yanlış söylediğini hususunda yemin eder. İkisi de yemin ettikten sonra kârın tümü mal sa­hibinin olur, çünkü kâr mülkün artmasıdır. Âmil ise çalışmasına karşılık ücret-i misil alır, çünkü onun emeğini geri döndürmek mümkün değildir. Bu nedenle emeğinin kıymetini geri döndürür ki o da ücret-i misildir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Beyhakî, VI/111

[2] İbn Mâce/2289, (Süheyb´den)

[3] İmam Mâlik, Muvatta, H/687; Beyhakî, Sünen, VI/lll

[4] İmam Mâlik, Muvstta, U/687

[5] Beyhakî, Sünen, VT/111