Fıkıh Sayfası

Hicret.Org Fıkıh Sayfası, Nurulizah, Hidayet Güneşi, Fıkıh Kitapları

Kefarete ve onu zimmetten iskat eden şeylere dâir

Savm kefareti (1), zıhar kefareti (2) gibidir ki, kefaret niyyeti ile köle âzât etmek ve ondan âciz ise, iki ay arka arkaya oruç tutmak ve ona da kaadir değil ise, altmış fakiri, akşamlı sabahlı doyurmak veyahut onlardan her fakire, ya aynen veya kıymeten birer sadakaii-fıtır vermektir. (Verilen Sadakai-fıtır değil, onun aynen veya bedelen miktarıdır.) (3).

(Tahriri rekabe) terkibindeki (tahrir) hür kılmak mânâsınadır ki, âzât etmek demektir. (Rekabe) dahi, köle ve cariyeden eam olmak üzere, memlûk demektir (4).

MİRÂSTA "SAHİH NENE'NİN" DURUMU

1940  Bilindiği gibi nene; anne veya baba tarafından büyük anneye verilen isimdir. "Cedde-i Sahiha"da denilmiştir. Hz. Ebû Bekir (ra)'in yanına mûrisin (ölen kimsenin) annesinin annesi (Cedde-i sahiha: Nene) gelip, mirâsını talep etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (ra): "Allahû Teâla (cc)'nın kitabında senin için bir-şey bulamıyorum. Resûlallah (sav)'dan; bu hususta herhangi bir-şey işitmedim. Sen şimdi git!.. Meseleni sahabe ile görüşeyim yahud görüşümü (ictihadımı) tesbit edeyim" buyurdu. Öğle namazından sonra; konuyu sahabeye açtı. Hz. Mugire b. Şûbe (ra) ayağa kalkarak: "Resûlallah (sav)'in neneye altı da bir hükmettiğini duydum" dedi. Bunun üzerine başka şâhidi olup-olmadığı soruldu. Hz. Muhammed b. Mesleme (ra)'de; aynı mahiy

Diğer İctimâî Vazifelerimiz

Müslümanların Cemiyet İçindeki Vazifeleri Komşu Hakkına Riâyet Âile ve akrabalarımızdan sonra bize en yakın olan komşularımızdır. Komşu hakkını son derece gözetmek; elimizle, dilimizle ve diğer hareketlerimizle onları katiyyen rahatsız etmemek gerekir. Çünkü Peygamber Efendimiz: "Bana Cebrâil komşu hakkı hususunda o kadar çok tavsiyelerde bulundu ki, nerede ise komşuyu komşunun malına vâris kılacak sandım" buyurmuşlardır. Müsâfire Karşı Vazifelerimiz "Her kim ki Allâh'a ve âhiret gününe imân ederse müsâfire ikram etsin" buyuruyorlar. Ayrıca müsâfir, geldiği yerde yokluk ve darlığa sebep olmayıp, bil'âkis bereket ve bolluk vesilesi olacağını beyanla "Müsâfir geldiği eve on nasibi ile gelir. Birini yer, dokuzu orada kalır

ALTIN VE GÜMÜŞ'ÜN ZEKÂTI

909 Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Muaz (ra)'a hitâben: "Her iki yüz dirhem gümüşten beş dirhem ve her yirmi miskal altından yarım miskal zekât al"(125) emrini verdiği bilinmektedir. Hanefi fûkahası bu Hadis-i Şerifi esas alarak, "Her iki yüz dirhem gümüş için beş dirhem zekât vermek farzdır. Aynı şekilde her yirmi miskal altın için de, yarım miskal zekât gerekir. Bunların sikkeli olup-olmaması, ticari niyetle veya zînet kasdıyla bulundurulup - bulundurulmaması durumu değiştirmez. Her halûkârda zekâtlarını vermek farzdır"(126) hükmünde ittifak etmiştir. Bir miskal 4,8 gram olduğuna göre, yirmi miskal altın 96 gram eder. Yine bir dirhem 3,2 gram olduğuna göre 200 dirhem gümüş 640 gram ağırlığındadır. Dolayısıyla bu nisaba malik olan m

FİTNELER VE KIYAMET ALÂMETLERİ

Zeynep bt. Cahş´ın (r.ah.) anlattığına göre:

Hz. Peygamber (a.s.) bir kere uykusundan: "Allah´tan başka ilah yoktur. Vukuu yaklaşan şerden dolayı vay Arab´ın haline! Bugün Ye´cüc ve Me´cüc seddinden şu kadarı açıldı" diyerek uyandı. Süfyan eliyle on işareti yapmıştır. Ben: Ey Allah´ın Resulü! İçimizde bunca iyi kimseler varken biz helak olur muyuz? dedim. Allah Resulü! "Evet. Pislik ve kötülük çoğaldığı zaman" diye cevap verdi.
Sahih-i Müslim´deki hadis numarası: 5128

Ebu Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber´in (a.s.): "Bu gün Ye´cüc ve Me´cüc seddinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurdu. Ravi Vuheyb, eliyle doksan işaretini yapmıştır.
Sahih-i Müslim´deki hadis numarası: 5130

249 BİR VELİ, ASLÂ BİR NEBİ'NİN DERECESİNE ULAŞAMAZ:

Allahû Teâla (cc)'nın emir ve nehiyleri altında sızlanmamak, sabretmek ve her an imtihan üzere olduğunu hatırda tutarak; "ihsan" makamına ulaşmak her mü'minin görevidir. Resûl-i Ekrem (sav) ve Sahâbe-i Kirâm'ın zühd ve takva hususunda ne kadar titiz oldukları malûmdur. Esasen Zühd; insanı Allahû Teâla (cc)'ya kulluktan alıkoyan herşeyi terketmektir. İbn-i Abidin "Şeriat, târikat ve hakîkat" ıstılâhlarını izah ettikten sonra: "Bu üç şeyden murâd, kuldan beklenen kulluk vazifesinin beklendiği şekilde yapılmasıdır"(235) hükmünü beyan ediyor. İmam Ebû Yusr Muhammed Pezdevi (rha): "Şeriat hakîkattir, hakîkat şeriattan başka değildir"(236) buyuruyor. Şer'i şerife ihlâsla sarılan ve insanları Allahû Teâla (cc)'nın dini uğruna cihad'a

KENDİ YERİNE BAŞKASINI HACCA GÖNDERMEK

1048 Bilindiği gibi hacc ibadeti; hem mali, hem de bedeni olan "Mürekkep" bir ibadettir. Dolayısıyla "üzerine hacc farz olan bir mükellef; vücût sağlığı noktasından aciz hale gelirse nasıl amel edecektir?" suali çerçevesinde, farklı ictihadlar ortaya çıkmıştır. Hanefi fûkahası: "Mükellef; hacc ibadetini bizzat edâ etme hususunda acze düşerse, vekâlet (bedel) caiz olur. Ancak kudreti olursa caiz olmaz. Kendi yerine bir başkasını hacca göndermenin cevazı için; ölüm veya ölene kadar acizliğin devamı şart kılınmıştır."(293) hükmünde ittifak etmiştir. Dürri'l Muhtar'da: "Zikredilen acz şartı farz olan hacc içindir. Nafile için değildir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Acz şartı farz hacc içindir. Çünkü Lü

Zekât-ı Nukûd (Nakit paranın zekâtı)

Nukut - ki, nakdin cem'idir - altın ve gümüş gibi paradan ibarettir (4).

Gerek külçe veya sikke, gerek ziynet veya ev eşyası (5) olsun, cümlesi zekâta tâbidir.

Zekâtın sebebinde beyan olunduğu üzere, gümüşte nisap, iki yüz dirhem ve altında yirmi miskal olduğu gibi, bunlarda zekât dahi, (rubu öşür) den, yâni (kırkta bir) den ibaret olmakla, gümüşün, her iki yüz dirheminde - havl - den sonra beş dirhem ve altının her yirmi miskalinde, (yarım miskal) verilir.

Bir dirhem, on dört kırattır (6). Bir miskal, yirmi kırattır. Her kırat, beş arpadır.

RIZK TEMİN ETMENİN (KESB'İN) SIFATI

1379 Hanefi fûkahası: "Bir mükellefin; kendisine, ailesinin nafakasını temine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar kazanması farzdır. Fakir olan mü'minlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için; bundan fazlasını kazanması müstehabtır. Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için, rızık teminine gayret sarfetmek ise mübahtır"(11) hükmünde ittifak etmiştir. Başkalarına karşı tekebbür etmek dünyevi hırsa kapılarak yarışa çıkmak, azgınlık ve taşkınlık için kazanması; helal yolla kazansa dahi, mekrûh ve haramdır.(12) Elbette burada, mükellefin "niyeti" önemlidir. Mü'minlerin; tağuti güçlere karşı daha güçlü bir şekilde cihad edebilmesi için, hırsla kazanan ve kazancını cihada harcıyan mü'min, sürekli ibade

Cuma Namazının Şartları

Cuma Namazı Cuma namazı, cuma günü öğle vakti cemaatle kılınması farz olan bir namazdır. Cuma Namazının Şartları Beş vakit namazın şartlarından başka cuma namazının iki şartı daha vardır: Vücûbunun, yâni müslüman üzerine farz olmasının şartları, Sıhhatinin, yâni cuma namazının sahih olmasının şartları. Cuma Namazının Vücûbunun Şartı Yedidir: Erkek olmak, (Kadın ve hünsâ olmamak.) Hür olmak, (Esir veya hapis olmamak.) Mukim olmak, (Seferî olmamak.) Sıhhatli olmak, ( Namaza gidemeyecek kadar hasta olmamak.) Gözleri sağlam olmak, (Âmâ olmamak.) Ayakları sağlam olmak, (Kötürüm olmamak.) Namaza gitmeye mâni ve gitmemeyi mübah kılan bir özrü bulunmamak. (Düşman korkusu, şiddetli yağmur, çamur gibi şeyler cumaya mâni halle

SUÇLU TAHKİR EDİLMEZ

1249 Haddi gerektiren herhangi bir suçu işleyen mü'min hakir görülemez. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde evli olan bir mü'min zina ettiği kendi ikrarı ile sabit olmuştur. Tabii ki "ikrar" söz konusu olduğu için "recm" cezasının tatbiki gerekmektedir. Recm cezası ikame edildikten sonra, iki kişi kendi aralarında konuşurken suçluyu: "Köpek gibi taşladıklarından" söz ediyorlar. Resûl-i Ekrem (sav) bu konuşmaya muttali oluyor ve üzüntü içerisinde sükût ediyor. Bir müddet sonra davul gibi şişmiş ve kokmuş bir eşek leşine rastlıyorlar. Peygamber efendimiz (sav): "Fûlan ve filan zatları çağırın" buyuruyor. O iki zat yanlarına gelince: "Derhal ininiz ve şu eşek leşinden yiyiniz" emrini veriyor. O iki zat: "Ey Allahû Teâla (cc)'nın Res

Teravih namazı (1)

Teravih kılmak, rical ve nisaya sünneti ayni müekkededir (2). Onda, cemaat olmak sünneti kifayedir.

Teravih vaktin sünnetidir (3). Savmın sünneti değildir. Binaen âlâ hâzâ oruç tutmayan hasta ve yolcuya, teravih kılmak sünnet olduğu gibi, gündüzün sonunda, ehli salât olana (4) dahi, o akşam teravih kılmak, mesnun olur.

Teravihte cemaat, sünneti kifaye olduğundan, bir takım kimseler onu, mescidde cemaat olarak kılıp, sair kimseler (5), evlerinde münferid olarak kılsalar, sünneti terk etmiş olmazlar (6).

Teravihi cemaat olarak, evinde kılan kimse, sahih olan budur ki, iki faziletin birine nail olmuştur: Cemaat bir fazilettir.

Hervele

Her tavâftan sonra, saiy olmadığı gibi, saiyi takip etmeyecek tavâfta ve onun da, üç şavtından sonrasında, remel dahi olmadığı sabık ifâdeden anlaşılmıştır.

Saayin her şavtında, erkek için bir hervele yâni, sürat (4) vardır ki, Sâfa ve Merve arasında olan, her gidiş gelişte, meyleyn ahdareyn tâbir olunan iki yeşil direk arasında, süratle geçilip, sonra yavaş yürünür.

Bu da, tavâftaki remel gibi, sebebi zâil ve kendi bâkî olan, sünnetlerdendir.

------------------

Peygamberimizi İyi Tanıyalım

Peygamberimiz Peygamberimizin Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri) Peygamberimiz'in kendisinden itibaren, Hz. İsmâil'in sülalesinden olan Adnan'a kadar baba sülâlesi şöyledir: Hz.Muhammed, Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdimenaf, Kusayy, Kilab, Mürre, Kâab, Lüey, Gaalib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Meaad, Adnan. Peygamberimizin anne cihetinden sülâlesi: Hz. Muhammed, Amine, Vehb, Abdimenaf, Zühre, Kilâb. Peygamberlerin her hususta en üstün, en büyük olanı, şüphesiz bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem)'dır. Peygamberimizden evvel gönderilen peygamberlerden çoğu, belli bir topluluğa, bir şehir veya köy halkına gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz ise bütün insanlığa, bütün mahl

MİRÂSTA "KIZ ÇOCUĞUNUN" DURUMU

1936  Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu olmayıp, diğer vârislerle birlikte yalnız bir kızı bulunursa terikenin yarısını (1/2) alır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "... kız bir tane ise, mirâsın yarısı onundur" hükmü beyan buyurulmuştur. Şimdi mûrisin (ölen kimsenin) karısı, kızı ve anne-baba bir kardeşinin varlığını ele alalım. Bu durumda farz sahipleri karısı ve kızıdır.