Fıkıh Sayfası

Hicret.Org Fıkıh Sayfası, Nurulizah, Hidayet Güneşi, Fıkıh Kitapları

DAVALARA NE ZAMAN BAKILMALIDIR?

1846 Resûl-i Ekrem (sav) ve Hülefâ-i Râşidiyn döneminde; davalara bakmak üzere hususi bir gün tayin edilmemiştir. Mesâi saati kavramı da yoktur. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmek bir ibâdet kabul edilmiş; dava konusu ortaya çıkınca derhal (Nerede olursa olsun) duruşma yapılmıştır. İlk defa Emeviler döneminde; kazâ işleri için belirli günler tesbit olunmuştur. Genellikle Cum'a günleri; kazâ işlerine bakılmamış, ibâdet saatlerinde de, tâtil edilmiştir. İmam-ı Hassaf'ın zamanında Pazartesi günleri, İmam-ı Azam'ın zamanında Cumartesi, bazılarının zamanında da Çarşamba günleri tâtil yapılmıştır. İmam-ı Serahsi: "Kadı yoruluncaya kadar kazâ işlerini yürütür. Güneş doğduktan sonra öğleye kadar çalışması uygundur

Abdest

Dört fiilden ibârettir:

1) yüzünü yıkamak, 2) Kollarını elleriyle beraber dirseklerine kadar yıkamak, (dirsekler, yıkanacak uzuvlara dahil dir.) 3) Başına su sürmek, 4) ayaklarım topuklariyle beraber yıkamaktır.

Başına su sürmeğe (mesih) denir. Mesih, bir kere olur ve başın dört bölüğünden bir bölüğüne ve mümkün olursa, her tarafa yapılır. Yüz yıkama, el ve kol ve ayak yıkamak, üçer kere olur.

Remyi Cimar

Remy, malûm olduğu üzere, atmaktır. Cimar, cemrenin cemidir.

Kâmus tercemesinde, mübeyyen olduğu üzere, Cemre, ateş parçasına denildiği gibi, ufacık taş mânasına gelir ki, ona Arapçada Hasâ dahi denir. Misbah sahibinin beyanına göre, Cemre ufacık taş kümesi demektir.

Evvelkine göre, Remyi Cimar terkibi, ufacık taşlar atmak mânâsına olup, ikinciye göre cemerata hasayat atmak demektir. Mastar mefulüne muzaf kılınmış olur.

ZIHAR'IN TARİFİ VE MAHİYETİ

1192 Dürri'l Muhtar'da: "Lugaten zıhar; "Zahera" fiilinin masdarıdır. Kocası karısına: " Sen bana annemin sırtı gibisin" dediği zaman, araplar "Zahera min imaretihi" derler. (Karısına sırtını döndü manasınadır) Şer'an bir Müslümanın karısını (Velev kitabiyye veya küçük, yahut deli olsun) yahud kadının bütününü ifadeye yarayan uzuvlarından birini veya cüz-ü şayı'ını kendine ebediyyen haram olan birine zevali mümkün olmayan bir vasıfla benzetmektir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken şunları zikretmektedir: "Bu, zıhar'ın lugat manalarından biridir. Çünkü "Zahera" fiili zahır'dan alınmıştır. Sırt sırta verdiği zaman araplar "zahertehû" derler. Bahır'da, Misbah'tan naklen şöyle denilmiştir: "Hassaten zah

Tâziyet

Tâziyet, hüsnü sabır mânâsına olan, âzâ kelimesinin masdarıdır ki, bir kısım vefat edene ve sâir suretle, musibete uğrayana, teselli verme, ve Cenab-ı Hak, size sabır ve ecir ihsan buyursun, gibi sözlerle acısını hafifletmede bulunmaktır.

Mutevaatı teazzidir ki sabır ve tehammülden ibarettir. Onun da cevabı ;

$

diye, hakka tevessüldür.

Taziyet, erkeğe ve kadına müstahaptır. Meyyitin, bütün akrabaları taziye olunur.

Hadîsi şerifte, bir musibet karşısında, din kardeşlerinden birini, tâziye eden kimseyi, Cenab-ı Hak kıyamet gününde, tekrîme delîl olan hulleler ile, kisvelendirir, buyurulmuştur.

SIFAT-I SÜBUTİYE

(Sıfat-ı Meâni): 151 Ehl-i Sünnet ulemâsı: "Allahû Teâla (cc)'nın sübûti sıfatları vardır. Bunlara inanmakla mükellefiz" hükmünde ittifak etmiştir.(76) Sıfat-ı Sübûtiye: "Hayat, ilim, kudret, irade, Sem'i, Basar, Kelâm Binefsihi ve Tekvin olmak üzere sekizdir.

geovisit();

KİTAPLARA İMAN

185 Allahû Teâla (cc)'nın insanlar arasından seçtiği peygamberlerine; yalnız kendi kavimlerine veya bütün insanlığa tebliğ etmek üzere vahyettiği kitaplarına; "İlâhi kitaplar" veya "İnzal olunan kitaplar" (Kütüb-i Münzele) denir. Kur'an-ı Kerim'de: "İnsanlar (iman üzere bulunan) tek bir ümmetti. (Sonra kimi iman etmek, kimi küfre sapmak sûretiyle ihtilafa düştüler). Binaenaleyh Allah (rahmetinin) müjdeciler(i, azabının) habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi. Ve beraberlerinde insanların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için hak (ve gerçek) kitablar da indirdi"(134) hükmü beyan buyurulmuştur. Bütün peygamberlere gönderilen ilahi kitaplara ve suhuflara inanmak, her müslüman üzerine farzdır.

KADI'NIN DURUŞMA ESNASINDAKİ TUTUMU NASIL OLMALIDIR?

1847 İslâm ûleması; kazâ işleriyle meşgul olan kimsenin, duruşma esnasındaki tutumu üzerinde hassâsiyetle durmuştur. Bütün fıkıh kitaplarında "Edebü'l Kadı"nın; ayrı bir kısım olarak ele alınması bunun en güzel delilidir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Eğer sizden biriniz kazâ işine (Kadılık vazifesine) mübtelâ olursa; hasımlar (Davacı ve davalı) arasında, mecliste yer göstermek, işâret etmek ve bakmak hususunda eşit davransın"(155) buyurduğu bilinmektedir. Esâsen hâkim (Kadı) taraflar arasında Adâletle hükmetmeye memur edilmiştir. Duruşma esnasında; herhangi bir tarafa meylederse, vereceği hüküm sui-zanna sebeb olabilir. Hanefi Fûkahası: "Duruşma esnasında hakim (Kadı); taraflardan yalnız birisini eve kabul etmek ve hüküm meclisind

KARA HAYVANLARININ TASNİFİ

1989 Karada yaşayan hayvanlar üçe ayrılır:
Birincisi: Hiç kanı olmayanlar: Çekirge, arı, örümcek vs..
İkincisi: Kanı olup, akıcı durumda olmayanlardır. Yılan, keler ve benzeri haşerat.
Üçüncüsü: Akıcı kanı olanlardır: Koyun, Keçi, deve, sığır, tavuk, kaz, ördek, hindi ve benzeri hayvanlar.

ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?

880 Kur'an-ı Kerim'de: "Sadakalar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, (Sadakaların) üzerine me'mur olanlara, (Âmil'lere), kalbleri ısındırılmak istenenlere (Müellefe'ye), kölelere, gârimine (borçlulara), Allah yolunda (harcamaya) ve yolculara mahsustur. Allah hakkı ile bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir"(52) hükmü beyan buyurulmuştur.

 881 FAKİRLER: Nisab miktarından az malı olan kimseye fakir denir.(53) Ayrıca nisab miktarına ulaşmış malı olmasına rağmen, nâmi (Üreyici) olmayan mala sahib olan kimseye de, fakir denilmiştir. Zira bunların da, ihtiyaç hâli devam eder. Zekâtı, fakir olan ilim ehline vermek, fakir olan cahile vermekten daha efdaldir. Zahidi'de de böyledir.(54)

SÜSLENMEYİ TERKEDİP, YAS TUTMAK (İHDAD)

1224 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc)'ya ve ahiret gününe iman eden bir kadının; ölü üzerine üç günden fazla ihdad etmesi (süslenmeyi terkedib, yas tutması) helal değildir. Ancak ölen kocası için yas tutması müstesnadır. Zira onun için dört ay on gün yas tutar"(308) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası: "Talak-ı Bain'le boşanmış veya kocası ölmüş olan kadın; korunmasına ve nafakasının teminine sebeb olan nikâh nimetinin elinden gittiğini göstermek için süslenmeyi terk eder ve güzel kokular sürünmez. Bilakis kederini izhar eder"(309) hükmünde ittifak etmiştir. Şafii fûkahası; "Süslenmeyi terkedip, yas tutmak (ihdad); sadece kocası ölen kadın için meşrudur. Boşanmış kadın için ihdad (yas tutmak) sözkonusu değild

Guslün Farzları

Otuziki Farz İmânın şartları Altı İslâmın şartları Beş Abdestin farzları Dört Guslün farzları Üç Teyemmümün farzları İki Namazın farzları Oniki Yekûn: Otuz iki İmânın Şartları Allâh'ın varlığına ve birliğine inanmak, Allâh'ın meleklerine inanmak, Allâh'ın kitaplarına inanmak, Allâh'ın peygamberlerine inanmak, Âhiret gününe inanmak, Kadere, hayır ve şerrin yaratıcısının Allâh (Celle Celâlühû) olduğuna inanmak. İslâmın Şartları Kelime-i şehâdet getirmek, Namaz kılmak Zekât vermek, Oruç tutmak, Haccetmek. Abdestin Farzları Yüzünü yıkamak, Kollarını (dirsekleriyle beraber) yıkamak, Başının dörtte birini meshetmek, Ayaklarını (topuklarıyla beraber) yıkamak. Guslün Farzları Ağzına su vermek, Burnuna su ver

BİRDEN FAZLA HANIMLA EVLİLİK

Soru: "İslâm dini, aile hayatına önem vermiştir. Nikâhın hikmetlerinden birisi, neslin devamını sağlamaktır. Bu hikmet ortadan kalktığı zaman, istenmeyen hadiseler yaşanmaktadır. (...) Çocukken ağır bir hastalık geçiren hanımımın çocuğu olmuyor. Tedavisi için yıllarca uğraştım. Kendisi de bu duruma üzülmektedir. Mukadderat karşısında boynumuz kıldan incedir. (...) Çocuğumun olmasını ve neslimin devamını arzu ediyorum. Bunun için teaddüd-ü zevcatın dışında bir yol aklıma gelmiyor. Fakat hanımım ve ailesi, işi yokuşa sürüyorlar. (...) Bir aile reisinin, çocuğu olmadığı için hanımını boşaması caiz midir? Hanımımı boşamadan, ikinci bir evlilik yapmamı tavsiye eder misiniz?"

ÖŞÜR BAHSİ

Soru: "Ben ziraatle meşgul olan bir kardeşinizim. Bazı ilmihallerde, 'Anadolu topraklarının miri arazi olduğu' belirtilmekte ve 'öşürün değil, haraçın verilmesi gerektiği' üzerinde durulmaktadır. Haraç miktarı bilinmediğine göre, bunu edâ edebilmemiz mümkün değildir. (...) Bazı fıkıh kitaplarında, aynı toprakta öşür ile haracın birleşemeyeceği zikredilmektedir. Bunun sebebi nedir? (...) Elde ettiğimiz mahsûllerin öşürünü vermemiz gerekir mi?" diyorsunuz.

HAKEM TAYİNİ

1686  Aile hayatının devamı; bütün tedbirlere rağmen tehlikeye düşerse, yakın akrabaların ve mü'minlerin üzerine önemli bir görev düşer. Şimdi bu husustaki hükmü izaha gayret edelim. Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Eğer karı-kocanın) Aralarının açılmasından endişeye düşerseniz o zaman kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah aralarında (ki dargınlık yerine geçinme) onları (sulha) muvaffak buyurur. Şüphesiz ki Allah hakkı ile bilicidir. (Herşeyin künhünden) haberdardır"(130) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; "Karı-koca ihtilafı büyütüp, birbirine eziyet etmeye başladıkları zaman, mü'minlerin tamamına bu ihtilafı giderme görevi terettüp etmektedir.