Vitir namazı

Bu babın mesaili, vitrin mânasına, şerî sıfatına, hükmüne, kemiyyet ve keyfiyyetine mütealliktir.

Vitir, «ve» nin, feth ve kesriyle okunmak câiz olup, çift mânâsına olan (şefin) zıddıdır ki, tek demektir. Beş vakit namazın zikri sırasında, geçtiği üzere, altıncı bir namazımız vardır ki, yatsı namazından sonra kılınır. Tek rekâtlı olduğu için, vitir tesmiye olunur.

Vitir, kavli esah üzere, vâciptir. Ve bu son kavl, hazreti imamındır. Kendilerinden, onun sünnet olduğu dahi, rivayet olunmuştur ki, o imameynin kavlidir. Farz olduğu dahi, rivayet olunmuştur (2).


Meşayih, bu rivayatın arasını cem ve tevkif ederek: «amelen farzdır ki, terk olunmaz. İtikaaden vâciptir (3) ki, münkiri ikfar olunmaz. Delîlen sünnettir ki, vitrin sübutu, sünneti seniyye iledir» dediler (4).

Vitirin, hükmü, bu namaz özürsüz, kaiden ve râkiben kılınmamak, ve yatsının iadesine mebni, iade olunmamak (5), ve kemiyyeten akşam namazı gibi, olduğu için, birinci kadeyi unutup doğrulan, yahut doğrulmağa yaklaşan kimse, kuuda avdet etmemek (6) ve onun bütün rekâtlarında, kıraet farz olmaktır.

Vitirin, kemiyyeti, akşam namazı gibi, bir selâm ile üç rekâttan ibaret olmasıdır.

Vitirin keyfiyeti, her rekâtında fâtiha ve sûre, yahut âyât okunmak ve üçüncü rekâtında fazla olarak, rükûdan evvel, kunut edilmektir.

İkinci rekâtında vücuben oturulup, yalnız tahiyyat okunur.

Üçüncü rekâtta, subhaneke okunmaz. Zîra başka bir namazın iptidası değildir. Fatiha kıraetinden ve ona zammi-sûre veya âyât ettikten sonra. Allahu ekber (7) diye el kaldırılır (8) ve yana salıverilmeyerek bağlanıp, kunut edilir, sonra rükûa varılır.

Üçüncü rekâtta kunutu unutup ta, rükûda yahut, rükûdan başını kaldırdıkta, hatırlayan kimse, «ikinci surette ittifaken ve birinci surette alessahih» ne rükûda, ne de rükûdan sonra, kunut etmeyip, vitirin hitamında, sehv için secde eder.

Kunutu sehven, rükûdan sonra eden kimse, rükûu iade etmeyip (9). kunut, asıl mahallinden zâil olarak, vâcip gecikmiş olduğu için, sehiv secdesi eder (10).

Kunut, ibadet, taat, ubudiyyeti ikrar, sükûn, salât, kıyam ve kıyamın uzaması mânâlarına olup, mânâlarının cümlesinden biri de, vitirde olan duâdır. Ve o, İbni Mes'ûd radiyallahü teâlâ anhü hazretlerinden mervî olan elfâz ile (11), âtîdeki veçhiledir.

$

Kanit: onu okuyandır. Duâ, terceme ile beraberdir:

(AlIahümme) ya Allah (innâ nesteînüke) muhakkak ki, biz, taatin üzerine senden iane isteriz (ve nestehdîke) ve senden seni razı edecek şeye hidayet isteriz (12), (ve nestagfirüke) ve senden mağfiret isteriz ki, ayb ve zenbimizi setredip, bizi uyûb ve zünubümüzle rüsvay etmeyesin (ve netübu ileyke) ve sana tevbe ederiz. Tevbe: günahtan dönmektir. Şer'an tevbe: Geçen günaha nedamet edip (13), ondan derhal kesilmek (14) ve bir daha işlememeğe — tâzimen li-emrillâh — azm eylemektir.

Eğer kul hakkı teâllûk etmiş ise, onun müsamaha ve razı olması lâzımdır (15). (Ve nü'minü bike) ve sana iman ederiz, yâni kalblerimizle itikat ederek tasdik eder ve lisanımızla dahi söyleyerek, sana ve senin canibinden gelen şeye —ki, Peygamberlere ve kitaplara ve meleklere ve âhiret gününe ve hayır ve şerrin mukadderiyyetine demektir - inandık deriz (16) (ve netevekkelü aleyke) menfaatimizi celb ve mazarratımızı defi edebilmekten aczimiz cihetiyle, umurumuzu tefviz ederek, sana itimat eyleriz, (ve nüsnî aleykel-hayre küllehû) ve mahzı fazl ve kereminden in'am ve ihsan eyle diğin camîi nimetlerini itiraf ederek seni sena ve bütün hayr ile yad ederiz, (neşkürüke) in'am ettiğin, cevarih ve âzânın hepsini. — mâ hulika lehine — sarf ederek sana şükr ederiz. Sen münezzeh ve müteâlisin, ve hamdü-senâ sana mahsustur. Biz sana ihsai-senâ edemeyiz, sen, kendini ettiğin sena vechilesin, (ve lâ nekfuruke) bizim üzerimize olan, hiç bir nimetini inkâr etmeyiz ve onu senin gayriye izafe eylemeyiz. (ve nahlau) ve küfrü ve seni razi etmeyecek olan her şeyin râbıtasını, boyunlarımızdan çıkarıp atarız ve izale ederiz. (ve netrükü men yefcürüke) ve senin nimetini inkâr ve gayre perestişler ile sana fücur edeni terk ve ondan müfarakat eyleriz.

(AlIahümme iyyâke nâbudu) Yâ Allah biz ancak sana ibadet ederiz, (ve leke nüsâlli (17) ve nescüdü) (18) ve namazı ancak sana kılarız ve secdeyi sana ederiz, (ve ileyke nes'â ve nahfidü) ve bizi sana takrîb edecek vesaile şitaban (19) ve ibadeti tahsil emrine kemali-neşat ile koşarız (20), (nercû rahmeteke) hizmetine kıyam ve taatinde amel ve ıhtimam ile beraber (21), rahmet ve ihsanının devam ve izdiyâdını ve ataiâzîmini emel ederiz, sen ise, kerîmsin, kendinden umanı, haib etmezsin, (ve nahşa azabeke) nehy ettiğin şeylerden içtinab ile beraber, azâbından havf ederiz, mekrinden (22) emin olmayız. Biz beynel-havf ver-recâyız (23). İmdi nîmeti-îmânı bize inâm ile beraber, erkân ile amelde bulunmağa dahi bizi muvaffak buyurman sebebiyle, biz dahi — kâzibînin tamaı veçhile — bilâamel, mücerred kalb ve lisan ile, ümidde kalmayıp, emri şerifine imtisal edici olarak, itikad eder ve deriz ki: (İnne azabekel-cidde) senin hak azabın (24), (bil-küffâri mülhik) küffara lâhiktir (25).

Bundan sonra evlâ olan;

$

Yahut;

$

deyip, Hz. Hasan b. Ali (R.A.) efendimizin kunutunu dahi okumaktır. Hz. Hasan (R.A.) efendimiz, «bana Resulullah birkaç kelime talim buyurdu, ben onları vitir kunutunda okurum,» demiştir.

$

Kunutta bulunan musâllî, bundan sonra dahi salâvat okur.

Kunutû okuyamayan kimse (Rabbenâ âtinâ ilh..) okur, yahut üç kere: Allahüme igfirli ve yahut üç kere: yâ rabbi, der.

Cemaatle vitir, yalnız ramazan ayında kılınır (26). Ve onda, o vakit cemaat evlâdır. Müsliminin icmaı, bunun üzerinedir. Cemaatle kılmayan kimse için, ehab ve evlâ olan, onu gecenin sonunda (sahur vaktinde) kılmaktır. Çünkü, o vakitte cemaat bulunmaz. Vitri, ramazanı şerifte, cemaatle kılmak, gecenin ahirinde münferiden kılmaktan efdâldir (27).

Cemaat halinde, kunûtü hem imam ve hem cemaat gizli okur (28). Muktedî, kunûtü kıraetten fariğ olmadan yahut, kunûte henüz başlamadan, imam kunût edip, rükûa varmış olmak suretinde — imam ile beraber — rükûun edâsını fevt etmek korkusu var ise, kunût ile iştigal etmeyip, imama mütabeat eyler (29). Eğer imama rükûda yetişememekten korkmuyorsa, kunût eyler (30).

İmam kunûtü terk ederse, muktedi, imama müşarik olabilmek kendisine mümkün ise — imkân hasebiyle — iki vâcib arasım cemetmiş olmak için kunût eyler. Eğer yetişmek kendisine mümkün olmayacak ise, imamına mutabeat eder ki, o evlâdır.

Vitirin üçüncü rekâtı rükûunda, imama yetişen kimse ki, mesbuktur. Kunûte, hükmen yetişmiş olmakla, geçmişi kazâ ederken, kunût eylemez.

Nitekim, vitirde bir veya iki rekât ile mesbuk olan kimse, üçüncü rekâtta imam ile beraber kunût etmiş bulunmak cihetiyle, geçmişi kazâda — bil-icma — bir kere daha kunut etmez (31). Çünkü, iki defa kunût meşrû olmamıştır.

İmam kunûtu okuduktan sonra, zikr olunan duâya şürû eder ve onu cehr eylerse, imam Ebû Yûsuf: cemaat dahi, mütabeat edip, onu okurlar, demiştir (32).

Mezkûr duada rivayet, mezkûr minval üzere, ifrad iken, İbnül-humâmın beyanı veçhile fuhakaca imam hakkında varid olup, kunuta has olmayarak «bifazlike» kelimesi dahi ziya edilmiştir (33). O zaman duâ şöyle başlamış olur:

$

Duanın mânâsı budur: «Yâ Allah hidayet etmiş olduğun kimseler içinde yâni, onlarla beraber beni dahi, hidayetle ve afva mazhar kıldığın kimselerle beraber, beni de afiyetle ve velâyetinde yâni, nazarı inayetine aldığın zevat ile beraber, bana da medetkâr ol, îta ve ihsan buyurduğun şeyleri, hakkımda mübarek ve müteyemmen kıl, hükm ve takdir buyurduğun şeyin, şerrini defi ile beni vikaye et, sen dilediğin veçhile hükmedersin, sana kimse, hükmedemez. (Çünkü sen mâliki vahidsin, mülkte sana şerik yoktur, biz de senin, müvalâtını isteriz), şüphe yok ki, senin müvalât ve izazına mazhar olan kişi zelil olmaz ve müadat ve izlâl ettiklerin ise, aziz olamaz, mütebârik ve müteâlîsin rabbımız!»

Uyumadan vitri kılıp ta, sonra teheccüd eden kimse, vitri iade etmez. Hadîsi şerifte: «Bir gecede iki vitir olmaz,» buyurulmuştur.

Vitrin takdîm ve tehiri mesaili için, müstahap vakitler faslının sonuna bakılsın.

------------------

(2) Muhaşşinin beyanına göre, hazreti imamdan birinci rivayet budur. Sünnetrivayeti ikincidir.

(3) Bahri Râikte, vücub itikadı, Hanefîye vâcib olmaz, denilmiştir ki, bu onamünafîdir? Cevap verilir ki, burada maksut, itikadça, ona vâcibin hükmü, cereyan eder ki, iftirazını münkir olan, ikfar olunmaz demektir.

(4) Vücubun veçhi. «Allah size bir namaz ziyade etmiştir ki o, vitirdir. Onayatsı ile sabah namazı arasında kılınız.» ve «Vitir haktır. Onu kılmayan bizden değildir.» hadisleridir.

(5) Eğer sünnet olsaydı, farza tebean iâde olunurdu.

(6) Çünkü, kıyam farizası ile müştegil demektir. Kuud ise, vâciptir. Eğervitir, nafile olaydı, kıyamını secde ile tekyid etmedikçe, kuuda avdet eylemeklâzım gelirdi. Zira nafilenin her şef'i başlıca bir namazdır.

(7) Bu tekbir gerçi intikal tekbîridir. Çünkü duâ haline geçilmiştir ve lâkin,vecibatta mezkur olduğu üzere, vâciptir.

(8) Meğer ki, nâs indinde, vitir kazasında bulunmuş ola ki o halde, kendinintaksiri zahir olmamak için, el kaldırmayabilir. El kaldırmak, bilindiği üzere sünnettir.

(9) Bunun zahiri, rükûu iadenin, haram olmasıdır. Zîra, namazda olmayanıyapmaktır. Seyyid şerhinde ise, «rükûu iade edilmemesinden maksat, o kimseninnamazının sıhhati, rükûun iadesine tevakkuf etmez demektir. Yoksa, o kimse rükûu iade etmekten, menedilmiş demek değildir» denilmiştir. Zâhir olan, bizim dediğimizdir.

(10) Vâcibat faslının evahirinde: «Musâllî, bir rekâtte terk ettiği sureyi, o rekâtin rükûunda hatırlarsa, doğrulup onu okur, ve sonra yine rükû eder, diyemezkûrdur. Kıraet ile kunûtün, farkı budur ki, kıraet her ne vâkî olursa, farzdır.Rükûdan sonra olan kıraet dahi, farz vâkî olmakla, rükû onunla —farzlaşarak—iadesi lâzım olur. Çünkü, kıraetle rükû arasında, tertip farzdır. Rükû iade olunmazsa, namaz fasid olur. Kunüt ise, vâcip olduğundan, böyle değildir. Bunu, İbniAbidîn merhum Dürrü Muhtârın, imamın cehri faslında, zikretmiştir.

(11) Müellif, böyle demekle, kunûtün elfazından diğer rivayetler dahi olduğuna işaret etmiştir, ve öyledir. Celâed-dîni Suyûtî, onu Dürrü mensûrda, muhtelifelfaz ile zikr etmiştir.

(12) Bu cümle, bizim hıfzımızdaki, kunûtte bundan sonraki cümleden sonradır.O bundan evveldir. Me'hazde ve mütedâvel olan Fıkıh kitaplarının ekserinde, buveçhile olup, bizim mahfuzumuz olan tertip ise, ancak Halebîde ve mecmeul-enherdedir. Muhaşşî der ki, hidayetten yalnız delâlet değil, hem de isâl maksuddur.

(13) Nedamet, tevbenin en büyük erkânındandır

(14) İşleme âleti, hazır ise, demektir ki, meselâ içki aleti, önündeyken tevbe edip, onu dökmek ve kendisinden uzaklaştırmaktır.

(15) Onu irzâ etmek, zalâmesini yâni, haksız olarak aldığını, mümkün ise gerivermek iledir. Mümkün değilse, emvâlden olduğuna göre, o mikdar şeyi tasaddukeder.

(16) Bu cümle dahi, mahfuzumuz olan künutte, bundan evvelki cümleden mukaddemdir.

(17) İbadetten sonra salâtın zikirde tahsis olunması, salât türlü ibadetleri (kıyamı, rükûu, sücudu, kuudu, tekbîri, senâyı, duâyı, kıraeti, tesbihi, tehlîli, salâtıalen-nebîyi, müminine duâyı, huşuu) mütazammin olmaktan nâşi, onun şerefine bınaendir.

(18) Sücudun dahi ayrıca zikri, kulun Allaha en yakın olduğu halin secde haliolmasındandır.

(19) Salâta koşmak menhi olduğundan, maksud bezli cehd eylemektir.

(20) Ve ileyke nes'â, hadîsi kudsîdeki «men etânî sâ'yen eteytuhû herveleten»kavli şerifine işarettir ve : Biz amelde kendimizi sana takrib edecek şeyi, tahsiliçin cehd ederiz, demektir. Hafd dahi, sür'attir. Hizmetkârlar efendilerinin hizmetlerine müsareat ettikleri için, onlara: Hafede, itlâk olunur Evlâd evlâdı dahi, hafededir. Çünkü, küçüklükte onlar da, hademe gibidir.

(21) Bunu, müellif şunun için ziyade etmiştir ki, reca: Esbaba teşebbüs ile beraber, mergub olan şeye, kalbin teallûkudur. Eğer, esbaba teşebbüs olmazsa, o tamâdır

(22) Mekr, hîle ise de, Cenab-ı Hakkın, mekr edenlerin fiilleri üzerine, cezasına dahi, mekr tesmiye olunur. Nitekim, seyyienin cezası dahi, seyyiedir.

(23) Hak olan mezhebe, işarettir. Zîra rahmetten nevmid olmak, küfür olduğugibi, mekirden emin bulunmak dahi küfürdür. Recâ ile havfi cemetmiştir. Çünkü,Hadiste varid olmuştur ki: havf ile reca, bir mümin kulun kalbinde,birleşince Cenâb-ı Hak, umduğunu ona îtâ eder ve korktuğundan onu, emin kılar.

(24) El-cidd, hak mânâsınadır. Mahfuzumuz olan kunütte bu lâfız dahi yoktur.

(25) Mülhik lâfzı, hanın kesriyle efsahtır. Hânın fethiyle, mülhak dahi denilmiştir ki, hak teâlâ azabı, onlara eriştirici olduğundan, azap dahi, onlara mülhak,demektir.

(26) Ramazanın gayride, vitir için cemaat, mekrûhtur. Şemsül-eimmeden menkûl olduğuna göre, onun keraheti dahi, teravihten mâdâ olan nefeldeki cemaatgibi, —alâ sebîlit-tedâî— olması sûretindedir. Amma, bir kişi bir kişiye veya ikikişi bir kişiye iktida etmiş olursa mekrûh olmaz. Çünkü, Aleyhis-selâm efendimiz,teheccüd namazında, hazreti İbni Ahbasa ve salâtı vitirde hazreti Âişeye, imametettikleri olmuştur. Hazreti Enese, bir yetime ve bir acûze, imameten iki rekât nafilekıldıkları dahi, zikrolunmuştur. Üç kişi bir kişiye iktida ederse, onda ihtilâf olunmuştur. Esah olan, kerahet olmamaktır. Eğer, dört kişi bir, kişiye iktida ederse,iktifakla mekrûh olur. İbni Âbidin merhumun ifadesine göre, Hazreti Ömer, Hazreti Ebû Bekiri (radiyallahü - teâlâ anhümâ) defn ettikleri gece, vitiri cemaatlekılmışlardır ki, tevarüse muhalif olduğu için, bid'atı - mekrûhedir.

(27) Vitirde, mezheb muhalifine iktida muvafık olamaz. Çünkü, oldukça farklar olmakla, yakîne mânîdir, demektir. İktida şartlarının sonuna bakınız.

(28) Lâkin, ehli — bilâdın acemisi içinde, imama müstahab olan, cemaat teallüm edebilmek için, onu cehr eylemektir. Nitekim, Hazreti Ömer, kendilerine İrakcemâatinin gelmesinde, subhanekeyi cehr etmiştir.

(29) Kunüt, zahiri rivayette, muayyen olmadığı için, birinci sûrette, onun okuduğu kendisine kâfi olur. Sûreti saniyede denebilir ki, kunut dahi vâcib olmakla,meselenin muktazası: O kimse imama mütabeatle kunütü okumakla okumamak arasında, muhayyer olmaktır. Belki de, kunüt okumak evlâdır

(30) Vâcip olan kunüt, duâdan ibaret olup, bilhassa (allahümme innâ nesteinuke-) duasının sünnet olduğu, vâcibatta zikrolunmuştur. Duâda, tâyin olmaz demişler ise de, Muhaşşinin ifadesine göre, evlâ ve efdâl olan, duanın muayyen olmasıdır. Zîra, olur ki, daî (duâda bulunan) cahil olur da, bilmeyerek, namazını ifsad edecek bir duâda bulunur.

(31) Dürrü Muhtârda şu dahi, mezkûrdur ki, vitrin ilk veya ikinci rekâtinde,sehven kunüt eden, üçüncü rekâtında kunüt etmez. Amma vitrin ikinci veya üçüncü rekâtinde bulunduğunda, şek eden —maal-kuûd— kunütü tekrar eder. Bunlarınfarkı Şudur ki, sehveden —mevzii kunüt olmak üzere— kunüt etmiş olmakla, onutekrar eylemez. Şek edense, kunüt için, mahal tâyin etmemiş olmakla, öyle değildir.Halebî, bunların, ikisinde de, tekrar kunüt olunmağı daha uygun bulmuştur.

(32) İmam Muhammed, cemaatin mütabeat etmeyip, âmin demelerine kaildir.Mutlak olarak, imam Ebû Yûsufun kavlini, imam Muhammedin kavli üzerine, takdim etmek, umûmi bir fıkıh kaidesidir.

(33) «Bi fazlike» nin mânâsı, vâcip olarak değil, mahza senin fazl ve ihsanınsebebiyle, demektir.